Muazzam bir ideolojik uyuşturucudan söz edeceğim.
Henüz küçücük bir çocukken zihnimize zerk edilen sahte bir bilgiden, apaçık biçimde otoriter bir kanaatten söz edeceğim.
Şöyle bir ayrım çizgisi var...
Bir tarafta siyasetçi, öteki tarafta "devlet adamı" diye biri.
Bu kanaate göre siyasetçi önemlidir ama değerli değildir.
Devlet adamı ise önemsiz görünebilir, çok dikkat çekmeyebilir ama mutlak biçimde değerlidir.
Siyasetçi sıcak bir kişiliktir ama bozulup çürümeye açıktır oysa devlet adamı soğuktur; bazen düzenin "derin dondurucu"sunda vaktinin gelip işlere el koyması için bekletilir.
Siyasetçi seçilmiştir. Devlet adamı ise "seçkin"dir.
Devlet deyince, arkasına mutlaka "adam" diye ekliyor olmamız bile, çok şey anlatır.
Doğrudan cinsiyetçi söylemin içinden yol alarak siyasetçi için alttan alta "adam değildir!" iması yapılır.
Devleti milletin, "devlet adamı"nı seçilmişlerin üzerine koyan bir siyasal kültüre demokrat demek ve özgürlükçü olduğunu iddia etmek büyük bir yalandır.
Bizim cumhuriyetimiz bu yalanla uyuşturulmuştur.
Etyen Mahçupyan dünkü yazısında ne güzel ifade etti:
"Kuzguna yavrusu şahin görülürmüş. Cumhuriyet de laik kesime demokrasi gibi göründü. İmtiyazlı olduğunu fark etmeyen ve fark ettiğinde de bunu doğal sayan bu kesim, kendi özgürlük alanının ne denli geniş olduğuyla uzun süre övündü. Ama bu özgürlüğün devlet eliti tarafından sınırlandırıldığını önemsemedi...
Aslında 'demokrasi öncesi" bir evrede salınıp durduk ve buna demokrasi dediğimiz, eksiklerimizin "nicel" olduğuna kendimizi inandırdığımız için de seyirciden öteye geçemedik."