Uzun zamandır görmemiştim.
Hal hatır sorduktan sonra görmeyeli hayatında neler olduğunu anlatmaya başladı. Gerçi buna "anlatma" denir mi, emin değilim. Yakınma demek daha doğru!
Ailesinden, işinden, arkadaşlarından yakındı.
İşe yaramaz diyetlerinden, bırakamadığı alışkanlıklarından, tansiyon haplarından, zihnini her geçen gün biraz daha saran takıntılarından yakındı.
Onu görmeyeli, çok şey değişmişti. Fakat aradığı bir parça huzur bir türlü gelmemişti.
Yaşı henüz 40'ları bulmuştu ama bu tür monologların vazgeçilmez aşamasına uğramayı ihmal etmedi; günümüzün insanlarını, ilişkilerini, hallerini eleştirdi.
Bunları merkezde kendisini tutarak anlattı elbette. İçinde kendisinin olmadığı bir "dünya" umurunda değildi.
Dikkat ettim, hep zarfı eleştiriyor, zarftan yakınıyor ama sıra bir türlü mazrufa gelmiyordu. Belki bunun farkında bile değildi!
Aslında anormal bir tarafı yoktu konuştuklarımızın.
Haydi ben de nostalji yapayım; maalesef çoktandır eş dost sohbeti denilen şey yakınmalarını değiş tokuş etmekten ibaret değil mi?
Fakat bir ara ağabeyliğime sığınarak sert bir soru sordum: "Diyetini, tansiyon haplarını, arabalarını, işini, oturduğun semti falan değiştirmek yerine hayatını, yani hayat tarzını değiştirmeyi düşündün mü?"
Hayat tarzını değiştirmek mi?
Biliyordum, günümüz insanının imkânsız olarak gördüğü bir şeydi bu.
Oysa kilit tam o noktadaydı.
Durdu. Sustu. Epeyce sürdü suskunluğu.
Sonra zarif bir iki dostluk cümlesinden sonra lafı değiştirmeyi tercih etti.