Arkadaşımın telefonuna ergenlik çağındaki oğlundan gelen mesaj onu dünyadan bir anda koparttı.
Telaş içinde cevap yazmaya başladı.
"Yahu, ne oluyor!" dememe kalmadı, attığı mesajlar bir makale boyutunu buldu.
Neden sonra bana dönüp hafif endişeyle "bizimki arkadaşlarıyla kebap yemeye gidiyormuş" demez mi!
Ne güzel, dedim, kebapçıların havası, kokusu, masası şenliklidir, gençler sever.
Arkadaşım şapşalın tekiymişim gibi baktı bana ve telaşının nedenini açıkladı:
"Ona et yerken nelere dikkat etmesi gerektiğini yazdım" diye ekledi.
Şunu da söyledi: "Tabii oradaki yeşilliklerin temizliğine de dikkat etmeli ve bol glikozlu tatlılardan kaçınmalı!"
Bir hastalığı var mı, diye sordum.
Kararlı biçimde karşılık verdi: "Yok ama önlem alması gerekir!"
Oğlanın yerinde olmak istemezdim, doğrusu. Babasının attığı mesajlardan sonra lahmacunundan ısırdığı her parça zehir olmuştur, eminim!
***
Geçen akşam gıdalar üzerine bir tv tartışması izlerken haftalar önce yaşadığım bu olayı hatırladım.
Ne yapıyoruz biz Allah aşkına?
Çevresine bir paranoya duvarı örüp sonra o duvardan dışarı çıkamayan zavallılara dönüşmek üzereyiz.
Yediğimize, içtiğimize özen göstermeliyiz. Tamam!
Sağlığımız çok değerli. Bunda hiç kuşku yok!
Fakat bütün gıdalara
potansiyel düşman gözüyle bakmak başka bir şey!
Uzmanlar da yarattıkları paranoyadan ekmek yerken öyle öneriler getiriyorlar ki, hepsi ayrı âlem!
Balıkların tükendiği, balıkçılığın dar alanda paslaşan bir endüstriden ibaret hale geldiği bir coğrafyada "
doğal yolla tutulmuş balık yiyin" diyorlar.
Meraların yok olduğu bir dünyada "
kırmızı et tüketeceksiniz, doğal otlarla beslenmiş hayvanların etini tercih edin" demeyi pek seviyorlar.
***
Bu konuda eğri oturup doğru konuşabilir miyiz, bilmiyorum.
Ama bildiğim şu...
Gitgide yok olan geleneksel tarım gerçeği ve gıda endüstrisinin gücü karşısında
tek tek insanların; hatta lokal siyaset mekanizmalarının açık çaresizliğini örtmek için en etkili yollardan biri insanları "
kişisel yanlışlar" yaptıklarına inandırmaktır.
Olup biten şey bu!
Sonuçta ne mi oluyor?
Tuzu kuru elitler önce korkuyor, sonra "
sağlıklı yaşam doğruları"yla bedelini ödeyip
güvenlik elde ediyorlar. Geniş halk yığınları mı?
Onlar da
gıda endüstrisinin insafına ve medyada hüküm süren "
bitkisel çare" hurafelerine emanet!