Kenarı tırtıklı yaprakları, cılız dalları, hafifçe toza bulanmış görüntüsüyle kimsenin dikkatini çekmiyordu.
Sanırım o narin pembemsi çiçekleri çoktan açıp geçmiş. Sabırla gelecek baharı ve yazı beklemeye hazırlanıyor gibiydi.
Elimi uzatıp yapraklarından birini parmaklarımın arasında ovuşturdum.
Tatlı ve yoğun bir koku havaya karışıverdi.
"Aaa bu ne?" dedi gençler.
"Itır" dedim.
Nâzım Hikmet'in erken dönemde yazdığı o muazzam rubailerinden birinde, "bu ıtır senin icadın değil, saçlarımdan uçan bahardır" dizesi geçer hani...
Ondan hiç söz etmedim elbette.
"Itriyat" konusuna da girmedim.
İçime döndüm, geçmiş zamana doğru...
Ergenlik çağımda üç saksı ıtırı kendime ayırdığımı, onlara merdiven aralığında gözüm gibi baktığımı, yapraklarını arkadaşlarıma verdiğim hediyelerin paketlerinin arasına sıkıştırdığımı hatırladım.
***
Nereden nereye...
Ben de artık çiçekleri tanımıyorum, bitkilerin adlarını ya bilmiyorum ya da unutmuşum. Gençlerden bir farkım yok!
Çünkü hızla geçen hayatın orta yerinde bütün bu bitkiler, bu güzellikler bir
fotoğrafa dönüşüyor.
Öyle bakıp geçmeye alışmışız.
O yüzden
parmaklarımda kalan kokuyu tekrar tekrar içime çekerken...
Düşündüm de...
Hemen yanı başımızdaki bitkiler dünyasında aslında ne "
hakikat"ler gizli!
Dokunmaya muhtaç; ancak okşanınca "
öz"ünden veren bir bitki mesela...
Onu tanıma fırsatı kaçırılır mı hiç!
***
"
Bakmak"tan çok söz ediyorum, biliyorsunuz.
Durup bakmaktan...
Ama bir "
bakmak" daha var.
"
Bakımını yapmak" hani...
İhtiyaçlarını
karşılamak, korumak kollamak, şefkatle yaklaşıp ayakta kalması için emek vermek falan.
İkisi birbirine çok bağlı şeyler.
Hayatın hızını durdurup etrafımıza bakınca...
Ancak o zaman "
bakımını üstlenmemizi" bekleyen şeyleri, fark edebiliriz!
Bitkiler bu konuda çok şey öğretiyor insana. Ben de yeni yeni yaşıyor, öğreniyorum bunu.
Toprakla haşır neşir olup...
Ekim dikimle uğraşınca...
Her şeyin kendi elinde olmadığını bilip rüzgârın az, suyun yeterli, güneşin şefkatli olması için sabırla bekleyince...
En sonunda hayal kırıklığına uğrasan bile bir sabah tek bir çiçeği açmış görmenin sevincini yaşamakla yetinince...
Anlıyor insan!
Neyi mi?
Tam adını koyamıyorum ama
hesaplı kitaplı cilveleşmelerden, sabırsız alışverişlerden uzak, gerçek "
sevgi"nin nasıl bir şey olduğunu anlıyor, diyeyim!
Peki ne oluyor? Bunu anlayınca değişiyor mu insan, aklı başına geliyor, derlenip toparlanıyor mu?
Ne yalan söyleyeyim...
İşte tam bu noktada, bu sorunun cevabında susuyorum!