Bizim "Cumhuriyet aydını"mız sabah akşam halktan söz eder ama halkın zihniyet dünyasıyla ilişki kurmaya yanaşmaz.
Dokunaklı olan şudur ki, kendini inceliklerin adamı sanır bu "aydın" tipi. Oysa üç şiir, dört türküden sonra gelip saplandığı yer kaba sınıflandırmalardır.
Ve o sınıflandırmalara halk asla uymaz!
Memleketine her gidişte, sokağa her çıkışında, gazeteleri her açışında...
Apışıp kalır bu yüzden!
Halkın "her kafadan başka bir ses" çıkartışına ve üstelik buna rağmen hemen hemen aynı geleneklere bağlı kalışına akıl erdiremez.
Onun için çeşitlilik bir tür demokrasi oyunudur; halk içinse varoluş biçimi!
Onun için barış çok şık bir ütopyadır, halk içinse "oturup konuşarak" elde edilecek gerçek bir "hal"dir.
Bu aydın, baktığı her yerde bir yenilgi ve boyun eğme görür, o yüzden halkın hayatındaki çok zarif ve derinlikli bir kavramdan; "rıza"dan haberi bile yoktur.
***
"
Cumhuriyet aydını" halkı mutlak biçimde "
yoksul" ve "
mutsuz" bir kitle olarak tanımış, kendi varlığını böyle bir halk tanımına göre resmetmiştir.
O yüzden
hayattan tat alan bir halka akıl erdiremez. Zenginlik isteyen bir halk ise olmayacak şeydir!
Bunda bir yanlışlık olmalı, diye düşünür! Asabı bozulur.
Hani "
halk mutsuz olduğunu bilmez, ona bunu biz öğreteceğiz" diyen 19. yüzyılın devrimci teorisyeni
Lasalle gibidir. Bir kere yola yanlış yerden çıkmıştır; geri dönememektedir.
Ve artık elinde
kırgın bir seçkincilik ve
kör bir inatlaşmadan başka hiçbir şey kalmamıştır.
***
Geldiğimiz nokta şu...
Halk barış istiyor, "
halkçı"lar ise yan çiziyor.
"
Milliyetçiler" gibi açık sözlü biçimde mi yapıyorlar bunu?
Ne gezer!
Sinsice, evirip çevirerek; bin dereden su getirerek yan çiziyorlar.
Mevlana'yı "
kişisel gelişimci",
Yunus Emre'yi "
hümanist",
Hacı Bektaş-ı Veli'yi "
Aydınlanmacı" sanarak gelecekleri yer eninde sonunda buydu!
Nihayet...
Barış, kendini "
barış güvercini" diye pazarlayanların...
Halk, "
halkçı"ların elinden kurtulacak!
Yeni ve hakiki bir sol siyaset için hayırlı bir gelişme bu!