Çok zamandır, söyleşi taleplerini geri çeviriyorum.
Bir hafta sonu ekinin veya bir derginin sayfalarını çevirirken kendimle karşılaşma ihtimali çok tatsız ve sıkıcı geliyor.
Boş meraklar taşıyan sorular, birkaç yıl sonra okuduğumda beni utandıracak kadar iddialı laflar, bıyık altı gülümsediğim fotoğraflar...
Ne gereği var bunların!
Zaten haftada altı gün yazıyorum. Köşemde olaylar, haberler, düşünceler kadar, hatta onlardan da çok ben varım!
***
İşte buyurun! Şu an da gayet kişisel bir olaydan kalkarak kafamı kurcalayan konuyu sizinle paylaşmak istiyorum.
Bir komşumla karşılaştım. Yazımı yazmak için bu kez gazeteye değil de,
Çengelköy'de bir kıyı kahvesine gittiğimi öğrenince, yüzünü hafifçe buruşturarak "
vallahi hayata ne kadar bağlısınız!" deyiverdi.Zihnimde döndü durdu bu söz. Ne hayatı? Ne bağlılığı?
Bağlanmaktan çok vazgeçmeye yatkın biriyim üstelik!
Çengelköy, Boğaz kıyısı, kahve...
Herkesin ulaşıp tadını çıkartabildiği, sıradan şeyler değil mi bunlar!
Ama ilginçtir, herkes bir başkasında "
hayata bağlılık" işaretleri görüyor da, kendisini "
hayat tarafından mecburiyetlerin sıkıcı dünyasına prangalanmışlık" olarak değerlendiriyor.
Başkaları "
mutlu" oluyor da, kendileri "
mutsuzluk çemberi"nden bir türlü çıkamıyor.
***
Oysa oturup anlatabilsem onlara...
Huysuz ve inatçı bilincimi yenip etrafıma açık bir zihinle bakabilmek...
Yolunu o caddeden değil de, bu caddeden geçirmenin bile günümüzü nasıl değiştirebileceğini anlamak...
Sıkıntıdan ölecek gibi olmak yerine can sıkıntını öldürmeyi başarabilmek...
En tatsız günümde dahi
rüzgârda titreşen cılız bir sardunya çiçeğine aşkla bakarak ferahlamayı öğrenmek...
Ne çok zamanımı aldı!
Birden olmuyor!
***
Hem altını çizmek isterim...
"
Hayata bağlılık" denen şey güzel fakat bıçak sırtı bir duygu durumudur.
Hayata bağlılıktan, hayata bağımlılığa geçivermeniz işten bile değildir.
Ondan sonrası mı?
Hep
dozun artmasını istersiniz!
"
Bu kadar haz yetmedi, biraz daha, biraz daha" durumları yani.
Ve işler biraz sarpa sardığında; siz veya sevdikleriniz hasta olduğunda, çalışma hayatınız sekteye uğradığında...
Tıpkı madde bağımlıları gibi "
yoksunluk" nöbetleri" başınıza bela oluverir.
***
Uzun lafın kısası...
Şimdi gelip bir söyleşi yapsalar benimle ve tam hafta sonu eklerine uygun bir pervasızlıkla "
Göründüğünüz gibi huzurlu biri misiniz" diye sorsalar...
"
Çok şükür huzursuzum!" derim.
Bu kadar acıyla, bu kadar dertle dolu bir dünyada tersi mümkün mü?
Hem öğrendiğim güzel ve doğru ne varsa,
hepsi huzursuzluğumdan...
"
Huzur"a varıncaya kadar böyle gider!