İster han, hamam, apartman, ister pek renkli hayat tecrübeleri biriktir. Biriktirdiklerine yaslanarak iyi yaşadığını sananlar yanılıyor. Çokluk aldatıcıdır. Hayat delik kova gibidir. Dolmaz. Ve deliği kapatan sadece ölümdür.
***
"
Sade yaşam" modası diye bir şey çıktı. Oysa en zoru odur. Çünkü eli sıkılıkla kurulmaz, aksine c
ömertlik gerektirir.
***
Sürekli iştahımızı kışkırtan tv programları, yemek ve lezzet yazarları, bir kitap kadar kalın restoran mönüleri, üzerinde boş yer kalmayıncaya kadar donatılan masalar... Midelerimiz patlamak üzere, gözümüz bile doymuş. Fakat ruhlarımız! Ah, aç olan, hep aç olan ruhlarımız!
***
"Doymadan sofradan kalkmak" bugün sadece bir incelik, zindelik ve sağlık arayışının gereği olarak önemseniyor. Oysa iki kuşak öncesine kadar bu eylem "güzel ahlak"ın bir parçasıydı. Kim demiş, zaman içinde değişiyor ve gelişiyoruz diye!.. Çoğu değişim manevi cılızlaşma ve kupkuru bir işlevsellik anlamı taşıyor.
***
Çocuktum. Ninem "
az yiyenin insanlığı bol olur" derdi. Ancak şimdi anlıyorum .
***
Aklımızı kullanacağımıza, göklere çıkartmayı tercih ettik. Eh, o zaman olacağı buydu: Akıl tutulması!
***
Ali Emre'nin İtibar'ın yeni sayısında çıkan "
Buz gibi sosyoloji" şiirinde şöyle bir dize var: "Sade ekmekler, yeminler değil, Üsküdar bile bozulmuş İbrahim." O "
bile" çok önemli. Bilen bilir.
***
Simya diye bir şey var: Bildiğimiz
tutku! Birine veya bir şeye duyduğumuz tutku gerçekten de bakırı altına çevirir! Ama kısa bir süre için...
***
Birdenbire bana dönüp "Şu anda ne kokmasını istersin?" diye sordu. Gözleri parıldıyordu. Otomatiğe bağlanmış halde önce "
hanımeli" dedim. "Ya sen?" "
Çorba kokusu." "Karnın acıkmış!" "İlgisi yok!" diye cevapladı; "Çok tokum. Ama çorba kokusu içimi ısıtır hep. Belki üşüdüm biraz!"
***
Bana sorarsanız, güzel kokuların sesisözü vardır sanki! İnsanın kulağına fısıldarlar; "
her şey iyi olacak, güzel olacak, merak etme!"