"Yolcumu, akşamüzeri kalkan bir vapura bindirmekten ürkerim. Zira karanlık denizde yol alan vapurun öksüz hayali aklımdan bir türlü silinmez."
Bir duyguyu içinde yaşadığı karanlıktan böylesine incelikle çekip çıkartabilen yazar kim olabilir, dersiniz.
Elbette Refik Halid Karay!
Geçen gün kitaplığımda onun "Yezidin Kızı" romanını buldum. Sayfalarını karıştırdım. Altı çizili yerlere baktım.
Şu satırların da altını çizmişim..
"Neşemi birdenbire kıran bir şey oldu. Zira kırlarda akşam oluyor; akşam hüznü gönüllere doluyor. İnsana kabahatlerini düşündüren, itiraf ihtiyacını duyuran iman, vicdan saatindeyiz."
***
Akşamüzeri ya da akşamüstü...
Nasıl söylerseniz söyleyin, günün bu vakti çok farklıdır.
Sabahın mahmur sevincinden;
öğle saatlerinin rutine teslim oluşundan;
akşamın en koyu yalnızlıkları bile kucaklayan sıcak yorganından uzaktır.
Refik Halid'in dediği gibi "
vicdan saati" midir? Belki ama ben o hesaplaşmaların gece kafayı yastığa koymak üzereyken gelenini sever, tercih ederim.
Oysa bir şey çok açıktır: Akşamüstleri
melankoliyle kardeştir.
O yüzden, keman değil,
çellodur.
Ney değil (onu akşama saklamalıdır!),
yaylı tamburdur.
***
Dün fırtına ve yağmur altında uzun yolda direksiyon başındayken dikkatimi çekti.
Arabayı üzerlerine doğru sürdüğüm bulutlar birden morarmaya başladı. Sonra yağmur bulutlarının arkasında, çok uzakta kıpkızıl bir gökyüzü belirdi.
Müthiş bir manzaraydı.
Saate baktım. Akşamüstüydü.
Anladım; dünya hep güzeldi ama ya biz? Sorun bizdeydi işte!
***
Son notum şu...
Biri mi demiş, yoksa ben mi yakıştırdım bilmem ama...
Günün mevsimleri varsa eğer, akşamüstü güzdür!
E, bunları okuduk da ne oldu, diye soracaksanız...
Bir köşe yazısının ille de güncel habere, "dişe dokunur" sayılan meselelere, onun bunun tartışmasına dayanması sahiden gerekiyor mu?
Nasılsa onları okuyunca da "bir şey" olmuyor!
Bir romanın sayfalarını karıştırırken ve bir yolculuk sırasında
hissettiklerimi sizinle paylaşmak istedim. O kadar!