"Bu yaşta her şeyim var, Allah'a şükür ama geleceğim var mı, işte ondan emin değilim" dedi 30'lu yaşlarının ortasındaki arkadaşım.
Gözlerine baktım o an. İçlerinden gri bulutlar geçiyordu.
Hayattan, işten, güçten söz ediyorduk. Laf nasıl bu noktaya geldi anlayamamıştım.
O gülümseyerek sözlerine devam etti: "Babam hep 'bir kenara bir şeyler koy, satın al, dursun, bunlar geleceğini kurtarır' derdi. Bankalar sağ olsun. Evim barkım, arabam var. Ama yemin ediyorum, huzurum kaçtı! Söylesene be abi! Babamın dünyasıyla benimki arasındaki fark nereden kaynaklanıyor? O bir eve başını soktuğunda rahatlamıştı. Ben hep huzursuzum!"
***
Ara ara bu konuya değiniyorum.
Daha önce,
kredilerle kuşatılmış ve bütün konforunu borç üzerine inşa eden insanların cömert, iyi ve cesur biri olmakta çok zorlandığını yazmıştım, hatırlarsınız.
Geçen "
Pazar notları"mda da
modern insanı (Hardt ve Negri'nin teorik çerçevesine bağlı kalarak) "güvenlik korkusuna teslim olmuş, medya tarafından aptallaştırılmış ve bütünüyle borçlandırılmış insan" olarak tanımlamıştım.
Borçlandırılmış insan...
Bu gerçeği mercek altına alıp konuşmaktan kaçıyoruz. Çünkü canımızı fena halde sıkıyor.
***
Sohbetimizi aktardığım genç arkadaşımın "
her şeyim var ama gerçekten bir geleceğim var mı, emin değilim" diye anlattığı
yeni ve "müreffeh" orta sınıf hayatının temeli bu türden borçlanmalara dayanıyor.
Kredi ödeme planları ve takvimleri, bitmez tükenmez taksitlendirmeler, vesaire.
Sonunda "
yoksulluğumuz" çekip gidiyor.
Ama yerine bir tür "
yoksunluk" geliyor.
Ortaya çıkan tablo şu...
Maddi konfor karşılığında zihinsel konfordan feragat...
Sürekli hesap kitap yapma zorunda kalmak yüzünden kişiliğinin cömert ve cesur yanlarından taviz vermek...
Bir anlamda eğlenmek uğruna neşeni kaybetmek...
Bugünü kurtarmak için geleceği belirsizleştirmek...
***
Kabul edelim ki, borç dediğimiz şey, artık "
yiğidin kamçısı" sayılacak kadar istisnai bir tercih değil.
Çok sıradan ve gündelik bir şey!
Gösterişli finansal terimleri bir yana bırakıp baktığınızda göreceksiniz ki, hemen bütün ekonomiler yavaş yavaş "
refah sistemi"nden "
borç ödeme" sistemine geçiyor.
Çalışmanın ve üretimin ağırlığının yerini borç ödemenin
ağırlığı alıyor. Bir tür
suçluluk duygusu ve
ahlaki tekinsizlik de cabası!
Fakat kimseler gazete köşelerinde veya tv tartışmalarında bunları konuşmuyor. Doğru mu bu? Bu gerçeği gözlerden kaçırmak doğru mu? Hayır!
Uzun uzun konuşmak, tartışmak ve çıkış yolları aramak zorundayız.