Sabahları uyanınca bir bardak ılık suyunu içmeyi unutmayan...
Mutlaka yarım saat egzersiz yapan, hatta haftada iki gün özel hocayla pilates veya yoga çalışan...
Sokağa adım atarken bedeninin bütün görünen yerlerine mutlaka güneş ışınlarına karşı koruma faktörlü nemlendirici süren...
Gün boyunca karbonhidrat tüketmemek için azami dikkat gösteren...
Yürümeye önem verdiği için oturduğu sitenin yürüyüş parkurunda saatler geçiren ama Taksim'e, Eminönü'ne, Kadıköy çarşısına falan inip şöyle keyfince yürümeyi aklından bile geçirmeyen...
Yatmadan önce muhakkak bir porsiyon meyveyi mideye indiren kadınlar...
İçine tıkıldığı kafese âşık kuşları hatırlatıyorlar bana!
Bu kadar disiplinden gerçekten iddia edildiği gibi "iyilik, güzellik" çıkar mı? Hiç sanmam!
Çıka çıka soğuk geometrik bir estetik ve sürekli diken üstünde bir dinçlik arayışı çıkıyor!
***
Gazete eklerinin, kadın dergilerinin ve tv'lerin gündüz kuşağı programlarının cilalayıp parlattığı bir kadın tipi var, malum.
Kafayı güzelliğini korumaya takan ve asla yaşlanıp bozulmayacağını sanan bu kadın tipinden kitleler ne zaman gına getirecek, merak ediyorum.
Ama şu nokta çok açık...
Kadınları eve kapatan ataerkil ideoloji ve yaşam tarzlarının yanına bir de kadınları "
bedenine" kapatan yeni popüler kültür eklendi.
Özgürlükmüş!..
Beden sürekli gözetim altında tutulurken ruhun özgürleşmesi mümkün müdür? Hayır!
***
Nihayetinde
bir erkek olarak hariçten konuşmayı daha fazla uzatmak istemem...
Fakat "
güzellik reçeteleri"ne son zamanlarda bir de "
kendini sevmek" maddesinin eklendiği özellikle dikkatimi çekiyor.
Magazin medyasında "
güzelim, çünkü kendimi seviyorum!" diyen kadınlar çoğaldı.
Anlamıyorum, sıkı disiplin ne zamandan beri "
sevmek" anlamına gelir oldu?
Cılız bir ruh nasıl sevebilir?
Bu "
kendini sevmek" değil, olsa olsa sürekli bedenine odaklanmak nedeniyle
dışarıya karşı körleşmektir!
Eminim ki, kadınlar onlara medya yoluyla biçtiğimiz
deli gömleğini elbet bir gün yırtıp üzerlerinden atacaklar.
Umarım o gün çok geç gelmez!