Artık kesinkes anladım ki, kulüp taraftarlığı denen şeyin acıklı bir yanı var. O aşk, o bağlılık güzel belki! Ama kulüplerin yönetici seçkinlerinin kafalarında dolaşan tilkilerle taraftarların kalbindekiler arasında uçurum var, uçurum!
***
Hepsini geçtim, şunca yıllık gazeteciyim...
Sıradan taraftarı "
insan" yerine koyan çok az kulüp yöneticisi gördüm.
Öyle
kulüp başkanları bilirim ki, fanatik taraftarlarla karşılaştıklarında içlerinde kabaran
tiksinti duygusunu gizleyemezler.
Taraftar "
nankör mahluk"tur onlara göre; en hafifinden "
başağrısı"dır!
Müşteri olamayan, yani bilet, dekoder, forma almayan taraftarın bu başkanların gözünde hiçbir değeri yoktur.
Yine de ne yapıp eder,
kendilerini kahraman gibi gösterip taraftarı bağlamayı becerirler!
***
Futbol dünyasının iki büyük efsanesi vardır.
Birincisi...
"
Biz bir aileyiz" teranesidir.
Taraftarlar pek ciddiye alır bunu ama
yönetici seçkinler gülüp geçerler!
Bir de renk aşkını kullanarak taraftarlar arasından kendine "
asker" yaratanlar vardır. Üç beş taraftarı kullanıp etrafa dayılanmaya bayılırlar.
Düşünün, nasıl bir aileyse bu, baba hep baba kalır ve
çocuklar (yani taraftarlar) da hep çocuk!
***
Futbol dünyamızın
ikinci büyük efsanesine gelince...
Yürek parçalayıcı bir
aldanış ve aldatıştır! Büyük kulüplerimizin "
halkın kulüpleri" olduğu palavrasından söz ediyorum.
Oysa kulüpler, hele özellikle üç büyükler
devlet, sermaye ve siyaset seçkinlerinin operasyon aygıtlarıdır.
Şimdi soruyorum...
Futbol denen bu
oyunu seviyoruz, tamam da...
Her şeyi kontrol etmek isteyen holding patronlarının, iktidara çengel atmış siyasetçilerin, güç odaklarıyla kalıcı bağlantılar kurmak isteyen yüksek bürokratların
kalbimizdeki saf bağlılık duygusuyla kedi fareyle oynar gibi oynamalarına daha ne kadar izin vereceğiz?