İtiraf ediyorum, salondan içeri girerken çok da fazla bir şey beklemiyordum. "Madem Van Gogh gibi bir fırça ve renk ustası söz konusu, en kötü video gösterisinden bile hoş bir şeyler çıkabilir. Bir görelim bakalım!" diye düşünmüştüm.
İçerdeki karanlığa gözlerimi alıştırmaya çalışırken Erik Satie'nin Gnossienne adlı piyano parçası çalmaya başladı.
Gönülden bağlı olduğum birkaç müzik yapıtından biriydi bu ve bir işaret saydım!
Arkası da zaten muhteşem geldi!
Van Gogh'un renkleri, fırça darbeleri, resmettiği nesneler ve manzaralar salonun duvarlarını baştan aşağı kaplamaya başladı.
Bu bir sergi miydi? Değildi.
Bir sanat gösterisi, modern sanat dilinde "yerleştirme" denen bir uygulama, dijital bir Van Gogh tanıtımı...
Bunların hepsi bir aradaydı.
Yere oturdum. Kendimi müzik ve görüntülerin akışına bıraktım.
Sonuç... Mutlu oldum. Hatta bir kez daha gitmeyi düşünüyorum.
***
Peki Karaköy Antrepo'daki gerçek Van Gogh mu?
Elbette hayır!
Van Gogh Alive sergisini "
resim görmek" olarak değerlendirmemek gerek.
Şimdi düşünün...
Sanatçının o eşsiz "
Yıldızlı Gece" tablosu 73x92 boyutlarındadır. Önüne gidip tuvale dikkatle bakarsanız, çarpılırsınız.
Ama ne yalan söylemeli! İnsan bir de o geceyi "
yaşamak" ister! Resimdeki köyün üzerinde yükselen ve yuvarlak fırça izleriyle ışıl ışıl halkalar haline dönüşmüş yıldızlara daha yaklaşmak ister!
Belki bunun bir yolu resmi parçalara bölmek, her bir parçayı projeksiyonla duvarlara yansıtmak ve müziği yardıma çağırmak olabilir.
Van Gogh Alive işte bu duygunun, bu "deneyim"in peşinde bir uygulama!
Bu nedenle "ben Amsterdam'da Van Gogh müzesine gittim, buna ne diye gideyim" denilip ıskalanacak veya gerçek "Van Gogh değil ki" diye küçümsenecek bir şey değil.
İşin bu yanı aklınızda bulunsun.
Son notum da şu...
Madem
Abdi İbrahim firması 100. yılı kutlaması adına bu sergiyi ülkemize getirtmiş...
Teşekkürler.
Ama o zaman kapıda
öğrenciye 8, yetişkine 15 TL gibi bir bedelle bilet kesmek tuhaf kaçmıyor mu?