Bir tarafta yaşadığımız şehirler var.
Yaklaşık yüz, yüz elli yıldır orasını burasını eğip bükerek Batı'nın şehirleri gibi "hizaya sokmaya" çalıştığımız şehirlerimiz yani...
Bir de "içimizdeki şehir" var.
Her gün bu ikisinin yolları kesişiyor ve sonu hep çatışmaya, hep uyumsuzluğa ve yorgunluğa çıkıyor.
Çünkü yaşadığımız şehir görünüşte Batılı modele göre; hakikatte ise çapaçul bir kapitalizmin yönlendirmeleriyle büyüyüp duruyor.
Ama "içimizdeki şehir" hâlâ inat ve ısrarla Osmanlı!
***
Şöyle bir düşünün...
Ne çok oynandı İstanbul'un orası burasıyla!
Ve her yerel yönetim yeni bir "
şehir merkezi" yaratmaya çalıştı.
Suya hasret taşra kasabalarının
fıskiyeli parklarını getirip bir orta yere koyarak oraları şehir merkezi yapacaklarını sandılar.
Taş yığını meydanları yayalara açarlarsa pek sevileceğini sandılar. Şehrin her köşe bucağını taşıtların emrine vermeyi denediler, tünel kazdılar, üst geçit yaptılar.
Ama hiç düşünmediler...
Acaba bizim için şehir merkezi nedir, nasıl bir şeydir?
Şimdi
yeni Taksim için de bunların uzun boylu düşünüldüğünü sanmıyorum.
***
Bizim
derin yaşam kültürümüz (içimiz dediğimiz budur beyler, başka bir şey değil) kabaca söylersek bir şehir için iki türlü
merkez bilir.
1. Çarşı.
2. İnanç yapıları.
Çarşıda buluşuruz, bütün cıvıltısıyla şehirde yaşadığımızı anlarız. Bir kasabayla şehri ayıran temel nokta da çarşılarının zenginlik ve renklilik boyutlarıdır.
İstanbul için esas felaket zaten bir türlü sevemediğimiz meydanlarını araçlara terk etmesi değil,
çarşılarını kaybetmesidir!
Beşiktaş ve Kadıköy çarşılarına...
Ah! O güzelim Mısır Çarşısı'na bir de, gözümüz gibi bakmalıyız
Fatih Çarşısı'nın, Beyoğlu Balık Pazarı ve çevresinin üzerine titremeliyiz.
***
Gelelim
inanç yapılarının şehrin esas merkezlerini oluşturması meselesine...
Cumhuriyet'in jakoben kafalı çocukları bunu anlamak istemedikleri için şehircilik alanında yaptıkları her hamle iflas etti.
Sonuçta şöyle bir sersemlik çıktı ortaya...
Avrupa'ya gidince
görkemli bir katedralin kucakladığı meydanları pek sevdiler fakat "bizim şehrimizin merkezi
Sultanahmet meydanıdır; Süleymaniye'dir; yeni meydanlar da öyle olmalıdır" fikri karşısında dehşete kapıldılar.
Yazıyı burada toparlayalım.
Fakat daha ne çok konuşulacak şey var, değil mi?
Mesela şu yeni sitelerle; yeni yerleşim merkezleriyle "
içimizdeki şehir"in arası nasıl acaba?