Kar durmuyor, duramıyor artık büyük şehirlerde.
Zaten gelişi de "taşralı bir uzak akraba"nın olmadık bir saatte kapıda belirivermesini andırıyor.
Gidiyor sonra.
Yanlış bir şey yaptığı duygusuna kapılıyor sanki!
Onca huzursuzluğun, onca kargaşanın üzerine bir de kendisinin rahatsızlık verdiğini düşünüp bir sabaha karşı sessizce şehirden çıkıp gidiyor.
***
Bilmem neden, pazar sabahı uyanıp panjurları açtığımda kar görmek istemiştim.
Tatil günüydü nasılsa...
Karın şehre eziyet yerine sükûnet verme ihtimali daha yüksekti. Ama nerde!
Oysa istemiştim ki, lapa lapa yağsın kar; penceremin önündeki cılız söğüt ağacının dalları bile beyaza bürünsün.
Bu kez elektrikli ısıtıcıya dokunmayayım, süzgeci bir kenara fırlatıp çay demleyeyim, ocakta fokurdasın.
Sonra oturup
Ahmet Muhip Dıranas'ın "
unutuş" şiirini bir daha okuyayım.
"Uyandırmayın beni uyanamam/ Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,/ Allah aşkına, gök, deniz aşkına/ Yağsın kar üstümüze buram buram."
***
Ama
metropolde kar nedir ki!
Telaş uyandıran bir meteoroloji haberi; gündelik yaşamı sekteye uğratan aksilikler;
kartopu oynama hevesi her seferinde kursağında kalan çocuklar. İşte o kadar!
Hep "
taşra sıkıntısı"ndan söz ederler ya...
Büyük şehirlerin de insanı elden ayaktan düşüren "
uykusuzluk" hastalığı var.
Sürekli teyakkuz halinde kalmaya zorlanmaktan bitkin düşüyor zihnimiz.
Bu
anlamı çoktan kaybolmuş fakat esiri olduğumuz koşuşturmacadan ara sıra da uzaklaşabilmek için tatlı bir
kar uyuşukluğuna, hatta "
uyku"suna öyle ihtiyacımız var ki!
Hani diyor ya o şiirinde Dıranas...
"
Beyaz dokusunda bu saf rüyanın/ Göğe uzanır- tek, tenha- bir kamış/ Sırf unutmak için, unutmak için ey kış/ Büyük yalnızlığını dünyanın."