Bir gün...
Çoluk çocuk dışarıdayken eve girip etrafa göz gezdirsek...
Her şeye tek tek baksak...
(Bir dakika! Yalnız yaşayanlar da yapabilir bunu...
Eve ilk kez ayak basmış meraklı bir "yabancı"nın gözleriyle bakabilir.)
Eminim, çok şaşırırız!
Evimizde, yani hayatımızın tam orta yerinde hükmünü sürdüren ama bizim bazen farkına bile varmadığımız ne çok şey vardır!
O berbat, o anlamsız tablolar mesela!
Kim bilir ne zaman ve ne için duvara asmış ve sonra varlıklarını bile unutmuşuzdur. Ya babadan kalma büfenin raflarına sıralanmış biblolara ne demeli!
Bir zamanlar şirin bulunup alınmışlardır; belki hediye gelmişlerdir fakat artık neredeyse kara büyüdür oradaki varlıkları!
***
Telaşla oradan oraya koşturmanın insanı hem derin düşünceden alıkoyduğunu hem de ayrıntılar karşısında
körleştirdiğini söylediğimde...
Durup bakmadığımızdan yakındığımda, pek çok kişi bunu sadece iş ve şehir hayatına ait bir problem olarak algılıyor.
Oysa
modern hız, eve girerken kapının dışında bıraktığımız bir davranış kalıbı değil.
Zihnimiz öyle kıpır kıpır ki, eve girdikten sonra da kolay kolay durmuyor, durulmuyor.
Kurulmuş bir makine gibiyiz.
Hatta onca koşturmacaya rağmen işine odaklanabilen
çoğu insanın evinde hiçbir şeye odaklanamadığına,
bir an bile sükûnete kavuşamadığına yakından tanık olmuşluğum çoktur.
***
Bana kalırsa...
En az durup baktığımız, içinden en hızlı gelip geçtiğimiz yerlerin başında geliyor evlerimiz.
Bir de televizyon faktörü var tabii.
Tv'ye o kadar uzun süre bakıyoruz ki, gözümüz başka bir şey görmüyor.
Mesela...
Dikkatle bakıyor olsaydık...
Endüstri tasarımcıları plastik su ısıtıcılarını, elektrikli demlikleri, yeni tip çay-kahve makinelerini bu kadar çirkin yaparlar mıydı?
Malum, yazılarımda zaman zaman evlerimizden, evin yaşantımızdaki belirleyici yerinden söz ediyorum.
Bugün de istedim ki...
Genellikle atladığımız bir noktayı; hiç çaktırmadan bizi etkisi altına alan ve içimizi daraltan
"küçük sevimsiz şeyler"in varlığını hatırlatayım!