Bir tanıdığım daha geçenlerde "Şu Batı ne kadar iki yüzlü yahu! Hele Sarkozy denen şu namert!" diye bas bas bağırıyordu.
Fransa'nın zamanında Cezayir'de işlediği insanlık suçlarını, ordunun yaptığı katliamları hafife alan Sarkozy'nın "bu işleri uluorta konuşmayalım, tarihçilere bırakalım" deyişine kızmıştı.
Bilmiyorum, acaba o tanıdığım şimdi Kılıçdaroğlu'nun kendi aile tarihini inkâr etme pahasına "Dersim konusunu tarihçilere bırakalım" demesi hakkında ne düşünüyordur!
Belki de, "Doğru!" diye düşünmüştür; "Bu konuyu tarihçilere bırakalım!"
Çünkü tarihi tarihçilerin tartışmasını istemek "hakikat" sevgisinden çok siyasal stratejiye dayalı bir "kaçış planı"dır.
***
İdeolojik devletler tarihi inşa ettikleri gibi oturup yazma işini de üzerlerine alırlar.
Bu yolla halkın tarihle
adil ve yalın bir ilişki kurma imkânı kalmaz. Geriye dilden dile aktarılan hikâyeler kalır.
Devlet o hikâyelerin muğlak rivayetlere dönüşmesini;
gün gelip unutkanlığın tümüyle hükmetmesini bekler.
Fakat
çıplak acılar direnir.
O yüzden toplumun derin yaralarının kabuk bağlaması imkânsız denecek kadar zordur.
Dersim de Cumhuriyet döneminin bu tür derin yaralarındandır.
Türkiye artık
"ideolojik unutkanlık çağı"nı kapatıyor.
Böyle bir eşikte
Dersim'in hiç gündeme gelmeyeceğini sanmak saflık olurdu!
Ama olayın
ibretlik yönü bu defterin açılmasına
Dersimli Kılıçdaroğlu'nun inkâr politikasının neden olmasıdır.