Şimdi bayram! Şimdi gündelik hayatın kavga gürültüsünden uzak biçimde muhabbet vakti!
Bilirim, böyle zamanlarda gazetelere bakanlar için hizmet haberleri ve sıcak bilgiler ön plandadır.
Köşeler azıcık ihmal edilir.
Geriye sıkı takipçiler kalır.
Ben de, dedim ki...
Madem öyle, şu birkaç günde yazılarımda sık sık vurguladığım hayata dair kimi meseleleri bir kez daha ele alayım.
Mesela...
Şu "durmak" konusu.
Çünkü çok soruluyor; neden sürekli "durup bakma" nın gereği ve değerinden söz ediyorum diye...
***
Sanırım şu inceliğe
Milan Kundera dikkatimizi çekmişti...
Hani yürürken tatlı hatıraları geri çağırdığımızda
adımlarımızı yavaşlatırız. Farkına bile varmadan yaparız bunu.
Tatsız hatıralar, olumsuz düşünceler zihnimize çullandığında ise yürüyüşümüz değişir;
sanki kaçar gibi adımlarımızı hızlandırırız.
Hızın zihnimizle iyi ilişkisi sadece
"sarhoşluklara" dayanır. Direksiyon başında sürat yapan adamın heyecanına...
Ama
güzel, iyi ve derin olan için yavaşlamak gerekir.
Hatta, bana sorarsanız...
Durmak gerekir.
Bir arkadaşınızla sohbet ederek yürüdüğünüzü düşünün. Onun sözünü iyi dinlemek için
durmak ya da sözünüzü gerçekten duyması için onu da
durdurmak istersiniz ya, hayat da öyledir!
***
Canlılığın özü harekettir.
İnsan hep
"yol"dadır.
Fakat
bir şeylerin peşinden sürekli ve hızla koşturmak başka bir şeydir!
Malum, modern hayat bizi saatin, takvimin, ajandanın kölesi yapıyor. Arzular bile yetişmezsen, kaçacakmış gibiler!
Başarının ölçülerinden biri
hız olup çıkmış! Hızlı olan kazanıyor! Yavaş olana burun kıvırılıyor.
Farkındasınızdır, bilgilerimiz çoğaldıkça çoğalıyor. Dev bir malumat dağının tepesinde yaşıyoruz.
Ama neye yarar? Çünkü
doğru düşünebilme yetisi gitgide kayboluyor.
Sonuçta...
Bu hızlı hayat karşısında...
Bu kulağımıza durmadan "haydi, çabuk ol" diye fısıldayan popüler kültür karşısında...
Yorgunuz...
Yorgunsunuz, yorgunlar!
***
Çözüm ne peki?
Çok zamandır yeniden
"yavaşlık" çağına geri dönüş öneriliyor.
"Yavaşlık" kavramı, özellikle
Batı'da insanlık için bir tür
"yeniden doğuş" kapısının anahtarı gibi görülüyor.
Trendler oluşturuluyor.
Mesela kısık ateşte pişen ve insanları bir sofra çevresinde yeniden birleştiren geleneksel yemeklere geri dönülüyor. Adı
"slow food" oluyor.
Hayatın ağırdan alındığı kasabalar
"slow city" denilerek el üstünde tutulmaya başlanıyor.
Ama bütün bunlar hızlı hayatın orta yerinde bir
"süs" ya da
"ferahlık durakları" olmaktan öteye gidiyor mu? Hayır, gitmiyor!
"Yavaşlayalım" önerisi eninde sonunda bir
"kaçış projesi" veya
"tatil" gibi görülüp sonra unutulmuyor mu? Evet, çarçabuk unutuluveriyor!
***
Ben diyorum ki...
Üretim ilişkileri böyle sürdükçe...
En çok tükettiğimiz şey
"kaliteli hız" olduğu sürece...
"Yavaşlık" kalıcı bir çareye dönüşemez.
Modern insanın direniş modeli ve ilacı ara sıra
"durmak"tır.
Dönüp hayata ve (asıl olanı) kendimize bakmak için... İncelikleri unutmadan derinlemesine düşünmek için...
Yaratıcı yanımızı yeniden keşfetmek için...
Önce
durmamız ve bizi içine hapseden çarkı durdurmamız gerekiyor