Güzelyalı'yı boydan boya geçerek İzmir'e veda etmeye hazırlanıyorum.
Tam zamanı! Sabah 8 suları.
Trafik şimdiden yoğun ama umurumda değil!
Körfez'in ufka doğru süt beyazına çalan mavisi var ya...
Ve bir de şu bahar güneşinin sevecen aydınlığı...
Başka ne isterim!
Birazdan içime oturacak ayrılık sancısına bile razıyım.
***
Araba asfaltta ağır ağır akarken manzaranın tadını çıkartıyorum.
O sırada aklıma geliyor; bir gün önce
Bornova Forum'dan
Birsen Tezer'in
"Cihan" adlı albümünü almıştım. Cd'yi kabından çıkartıp müzikçalara sürüyorum.
"Değirmenler" adlı şarkıyı ayarlayıp
"play" tuşuna basıyorum.
Biraz su sesi sanki; hatta suyun ta kendisi...
İnsanın içini yıkayıp ak pak eden bir su!
İnceden bir rüzgâr sesi biraz...
Hafiften ürperten...
Tatlı bir sabah serinliği gibi!
"Zaman düşer ellerimden yere" diyor şarkı.
Sahil boyundaki palmiyeleri bir bir saymaya başlıyorum.
"Duygular değişir/ Dostlar dağılır dört bir yana/ Kendi yollarına."
***
Bu ne güzel şarkı, bu nasıl bir söyleyiş!
Ne güzel bir sabah ve... Ah bu şehir!
Gözlerim Kordon boyu sıralanan binaların balkonlarına asılı kalıyor.
Bir emeklinin buruk sevinçlerini paylaşan beyaz plastik bir sehpa; müflis bir tüccarın parlak günlerinden kalma salıncaklı ahşap kanepe;
Göztepe aşkıyla balkon demirlerine dolanmış sarı kırmızı kordonlar...
O sırada şarkısına devam ediyor Birsen Tezer:
"Ve sen ben değirmenlere karşı/ bile bile birer yitik savaşçı/ Akarız dereler gibi denizlere/ Belki de en güzeli böyle."
***
Kim demiş Türkçe caz olmaz diye!
Pek güzel oluyor, dinleyenin kalbini
"cozz" diye yakarak!
Bitiyor
Güzelyalı, bitiyor
Alsancak!
Bornova bile bitiyor sonunda.
Manisa yoluna girip
rampayı tırmanmaya başladığımda arabanın
dikiz aynasına göz atıyorum.
Kısacık bir an aynanın o küçücük çerçevesine geride bıraktığım
İzmir'in ve Körfez'in bütün manzarası sığıveriyor. İçim burkuluyor azıcık.
Albümün 5. parçasına basıyorum bu kez. O da aslında bir
Bülent Ortaçgil şarkısı.
"Seni sevdiğimi anladığım günden beri/ sesler değişti renkler değişti/ Yüzümdeki çizgiler başkalaştı/ Geçmişim değişti, oyunlaştı."
Aynen öyle, diye onaylıyorum kendi kendime.
Biraz daha basıyorum gaza.
Önümde uzun bir yol var. Yüzlerce kilometre!
İstanbul'a kadar!
Pencereyi açıyorum.
Baharın taze kokusu, çayır çimen ve çamlık kokusu, yanık balata kokusu, benzin kokusu...
Hepsi içeri doluşuyor.