Hani derler ya, "dünyadaki en büyük sınıf farkı mutlularla mutsuzlar arasındadır" diye...
Mecazdır tabii...
Üstelik bu sözün "sınıf" kavramına karşı hafifçe ciddiyetsiz yaklaştığı da söylenebilir.
Ama anlamlıdır, hatta "haklı"dır!
Mağrip ülkelerinde isyan ateşi tutuştuğundan beri dünyada ve bizde olup bitenleri biraz daha derinlemesine ve sosyolojik yönünden kavramaya çalışıp çaresizliğe düşenlerin yazılarını okudukça bu sözü hatırlıyorum.
***
Özellikle o ülkeleri yakından tanıyan gazetecilerin
"aktüel" yorumlarını dışarıda bırakıyorum.
Onlar
Arap İsyanı'nı daha çok siyasal çatışma ekseninde ele alıyorlar ki, bu yüzeysel bile olsa yanlış değil!
Fakat
akademik disipline sahip zihinlerin olayların dinamiklerini kavrama çabalarını dikkatle izliyorum da...
Nasıl da sıkıntıdalar!
Bir ay içinde ne çok kitap, tez, makale yuttular! Fakat ne
Tunus, ne
Mısır için dişe dokunur bir
sosyal sınıf tahlili bulabildiler.
Libya deseniz, o zaten tümüyle
"aşiretler" parantezine alınıp bir kenara bırakıldı.
Düşünün, anlı şanlı üniversitelerin
"Ortadoğu Araştırmaları Enstitüleri" nin onlarca yıldır ürettikleri bilgiler
30 yıllık Hüsnü Mübarek iktidarını az çok açıklayabiliyor da,
Tahrir Meydanı'nı anlatamıyor!
Peki, yanlış nerede?
***
Bu noktada iki yanlış, daha doğrusu
iki eksik var.
Birincisi...
Bizim medyadaki kimi yorumlarda da görüldüğü üzere
"ayaklanma",
"devrim",
"darbe" gibi kavramlar hâlâ Batı merkezli ve daha çok
20. Yüzyıl'ın ilk yarısına ait modellere dayanıyorlar. Bu modellere uymayan bir kitle hareketliliğini anlamakta zorlanıyoruz.
İkincisi ve asıl önemlisi...
Prusya bürokrasisi ve Sovyetler Birliği analizlerinden sonra sosyolojinin terk ettiği bir alan var:
Bürokrasi ve halk karşıtlığı! Bu alanda yeni ve derinlemesine çalışmalar yok denecek kadar az.
Mısır'a, Libya'ya bakarken Avrupa'daki, Latin Amerika'daki gibi
burjuvazi, emekçi sınıf ve lümpen tabaka bulacağım diye göbeği çatlayan zihin bir türlü anlayamıyor ki...
Bürokrasi firavundur.
Bu gün gelir, en büyük
"sınıf" çatışmasına yol açar ve yıkım mukadderdir.
***
Son olarak...
Ulus Baker'in anısına selam çakarak söyleyeyim ki...
Artık
yeni bir sosyoloji alanını sağlam biçimde inşa etmenin; yani
"duyguların sosyolojisi"ne ağırlık vermenin zamanı gelip geçiyor.
Sadece kişilerin değil,
toplumların da duyguları vardır.
Kırılan kalplerini, aşağılanan benliklerini kolay kolay onaramazsın.
Benden söylemesi...
Bugün Arapları, yarın Çin'i ve her zaman bütün bir 20. yüzyıl tarihiyle birlikte
Türkiye'yi anlamak için en az
"sınıf tahlilleri" kadar toplumsal duyguların tahlillerine ihtiyacımız var.