Ömür yolculuğuna çıkmışız bir kere...
Düşe kalka veya tahtırevanla da olsa, ilerlemeye başlamışız...
O zaman bilmemiz gerekiyor ki, hayat boş değildir!
Ama hayatta bir "boşluk" olduğu doğrudur!
Şimdi "Dur yahu! Böyle birdenbire girdiğin konuya bak!" diye geçirdiyseniz içinizden, haklısınız.
Biliyorum, günlük gazete havasına pek uymuyor böyle sözler, böyle konular!
Ama yeni tanıştığım çok başarılı bir bilim adamının "aileme, öğrencilerime, çalışmalarıma tutkuyla bağlıyım ama kendimi bildim bileli içimdeki olmamışlık duygusunu yenemiyorum; hep bir şeyler eksik kalıyor" deyişi günlerdir zihnimde çınlayıp durmasaydı...
Belki de aklıma gelmezdi lafı buralara getirmek!
***
Elbette böyle bir hissin ruhsal dinamikleri analiz edilip ortaya konabilir.
Ama bir yandan da bal gibi biliriz ki...
Sadece bir his değildir bu!
"Dünya hayatı" gerçekten eksiktir!
Ne kadar sevilirsen sevil, hep ihtiyacından az kalır.
Ne kadar seversen sev, karşılığını bulmaz.
Ne kadar kovalarsan kovala, hep kaçar zaman.
Ve her başarı, başarılamayan ne çok şey olduğunu hatırlatır.
***
Geçen gece uykum kaçtı!
En başarılı kişiyi bile zafer sarhoşluğu dindikten hemen sonraki aşamada boşluğa düşüren
o sarsıcı iç sesi düşünmeye başladım.
Hani
"E.. Sonra?" diye fısıldayıp duran, başarılıyla başarısızı bir çizgide birleştiren ses...
Sonra baktım...
Başucuma
Mustafa Ulusoy'un henüz okumaya başlamadığım yeni kitabı
"Dünyanın Üçyüzü"nü koymuşum.
Işığı yaktım. Kitabı alıp sayfalarını şöyle bir karıştırdım. O güzel yazı çıktı karşıma;
"Tamamlanmamışlık hissi" başlıklı yazı!
***
"Umutlar denizinin ortasında bir adaya doğarız. Yakamızı bırakmayan bir hisle yaşar gideriz. Bir şey eksik. Ama ne? Bir tamamlanmamışlık hissiyle yaşarız" diyor
Ulusoy.
Okul biter, eksik kapanmaz!
İş, eş, çocuklar. Ne güzeldir! Nasıl çoğaltırlar insanı!
Ama bir durup dinlemeye görelim kendimizi...
Boşluğun dolmadığını, dairenin bir türlü tamamlanmadığını anlarız.
Birçok şeyi emekliliğe erteleriz ama bir türlü olmaz! Gelen ölümdür en sonunda.
***
Diyeceğim şu...
Şu derin
eksiklik hissiyle kavga etmenin, boşluğun uğultusuna kulak tıkamanın,
"sonunda tamam olacak" diye çırpınmanın âlemi yok!
Ne modern unutkanlıklar ne de alkollü veya alkolsüz sarhoşluklar çare buna!
Huzur varsa eğer, yolu bu
"huzursuz gerçeği" kabullenmekten geçiyor!
Sevgili
Mustafa Ulusoy ne güzel anlatıyor;
"Bu gezegenin misafirleriyiz. Kim misafirlikte rahat rahat oturabilir, hah, tamam oldu işte, diyebilir!"