TV kanalları ünlülere, ünsüzlere sordular: "Yeni yıldan en büyük beklentiniz ne?" Ünlülerin bu soruya sırf şık duruyor diye "Barış bekliyorum" cevabı vermesine alışmıştık. Ama sokaktan geçen herkesin kamerayı görünce kocaman bir gülümsemeyle "2011'de ülkemize barış gelsin, beklentim bu" demesi üzerinde durmalı! Herkes ünlülerin yapmacık dilini taklit ediyor, deyip geçeceğim ama... Bir yandan da soruyorum: Yoksa giderek güçlenen bir toplumsal damarın dışavurumu mu bu? Öyleyse ne iyi! Fakat gerçek başka! Bugün yılın ilk günü. Bilgisayarıma girdim. Facebook'u açtım. Normal hayatta pek sevecenken, Facebook'ta nefret kusan; profiline militarist ve ırkçı sloganlar yerleştiren bir tanıdığım büyük harflerle şunu yazmış: "2011 barış yılı olsun!"
***
Anladım! Çoğumuz için "barış istemek" bir samimiyet konusu değil, bir akıl fikir meselesi de değil. Bir tür "güzel görünmek" çabası! O kadar!
***
Bir gazetenin ekinde şapşalın teki öğüt vermiş: "Yeni yılda sadece kendini sev, kendine güven, kazanırsın! Gerisi yalan!" Belli ki, bunun futbol taraftarlarının "vur, kır parçala, kazan" sloganının ters çevrilmiş hali olduğunu göremiyor.
***
Mesajlaşma, mail veya msn yoluyla haberleşme, hatta twitter gibi mecraları bile cep mesajı gibi kullanma... Sonuç? Giderek telefonda konuşmaktan korkuyor, kaçınıyoruz. Ahizenin öte yanındaki sesin taşıdığı imalar tedirgin edici hale geliyor! Sesin gerçekliği yerine harflerin oyuncu dünyasına sığınıyoruz. Ama madalyonun bir de öteki yüzü var: Birine telefonda "sesini özlemişim" dediğimizde, bunu laf olsun diye değil, hakkıyla söylüyoruz artık.
***
O halde soru şu... Hattın öteki ucundakinin duygularıyla oynamak için en serinkanlı yol hangisi? Telefon etmek mi, mesajlaşmak mı? Galiba ikincisi...
***
"Sevgiyle aşk aynı şey değil, asla karıştırılmamalı" deyip duruyorum ya... Aşk, ne kadar sık rastlanırsa rastlansın, hep istisnadır! Bunu anlamak için basit bir kriter var. Kimse "sevgiye inanıyor musun?" diye sormaz. Ne kendine, ne de bir başkasına böyle bir soru sormaz. İnanç konusu değildir sevgi. Orada, apaçıktır. Sosyaldir, ortadadır. Ama nasıl da kışkırtıcı ve derin bir sorudur şu: "Aşka inanıyor musun?"
***
Akşamüstlerinin melankolisi... En güzel günün bile iç sıkıntısıyla kapanmasına yol açan bu duygunun altında ne var? Var olmanın, dünyada bulunmanın yorgunluğu...