Kemal Kılıçdaroğlu'nun konuşması henüz bitmiş, haber kanalları yarış içinde.
Tv kanalları kolundan tuttukları CHP'liyi kamera önüne getirmeye çalışıyor.
Sunucuların neredeyse hepsi konuklarına ilk olarak aynı soruyu soruyor: "Genel Başkan uzun konuşmasında bir kez bile Kürt sözcüğünü telaffuz etmedi. Güneydoğu sorununu yine yoksulluk meselesiyle sınırlandırdı. Ne diyorsunuz?"
En gözde tv konuğu Diyarbakır eski Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu rahatsız!
Belli!
Ama yapacak bir şeyi yok! Soruya doğrudan cevap vermek yerine uzun uzun başka şeylerden söz etmeyi tercih ediyor.
Bir başka CHP'li sıkıntılı bir gülümsemeyle cevap veriyor: "Doğru! Genel Başkanımız Kürt demedi ama Mem u Zin dedi!"
***
Geçtiğimiz cumartesi gününden; güncel siyasetin tam göbeğinden bir "sahne"yle girdim yazıya ama...
Amacım bir CHP değerlendirmesi yapmak değil.
Daha derine...
Demokratik siyasetin en insani fakat en kritik noktalarından birine dokunmak istiyorum.
Bir zihin alıştırması, diyelim.
Ya da bir tür "yüzleşme" operasyonu...
Soru şu...
Aramızdan birini neden, neye göre lider seçer ve arkasından gideriz?
Kalitesi, kumaşı ve geçmişi liderliğe uygun olduğu için mi?
Eh, evet! Bir ölçüde!
Peki ülkeyi doğru tahlil etmesi; sözleri ve eylemlerinin bu yöndeki tutarlılığı temel önemde midir? Maalesef, sandığımız kadar değildir.
Esas önemli olan liderin de
"bizi" seçmesidir.
***
Liderin bizi seçmesi, ne demektir?
Eğer parti üyesi, delegesiysek...
Bu somut bir ödüllendirmedir. Parti Meclisi'ne, MYK'ya, şuraya buraya seçilmektir.
Yok seçmensek...
Bu bir duygu durumudur. Doğrudan bizi ve bizim gibilerin derdini, tasasını her şeyden çok önemsediği izlenimi verir lider.
Sonuçta bilmemiz gerekir ki...
Liderler kadar, takipçileri de
"seçilmişlik" duygusunu severler ve bu duyguyla gönenirler.
Bütün partilerde, bütün siyasal örgütlenmelerde üç aşağı beş yukarı durum budur.
***
Ekranda boy gösteren
"Güneydoğulu"
CHP'lilere baktım..
Kılıçdaroğlu onları seçtiği için mutluydular.
Gerisi birçok şeyi insanın içinde yenilir yutulur kılan
psikolojik meşrulaştırma mekanizmalarına kalıyordu.
Ah, bir de gazeteciler o soruyu sormasaydı...
Az evvel iktidar yürüyüşü için
"ayağa kalkmış" olmanın ortak sarhoşluğu içinde günü kapatacaklardı!
CHP'ye yakın gazetecilerin de onlardan bir farkı yoktu doğrusu...
Oturdular, ertesi gün için yazılarını yazdılar.
Hem Kılıçdaroğlu'nun sıcak ve güncel sorunlara değinmeyişinden şikâyet ettiler, hem de kullandığı
"özgürlük dili"nden dem vurdular!
Kendilerine dönüp
"bu ne perhiz ne lahana turşusu; nasıl özgürlük" diye sormadılar.
Sormazlar!
Çünkü
"siyasal tercih" liderin sözlerinden, hatta eylemlerinden önce belirlenir ve uzun süre gerçekliğe direnir.