Haydi yine çevre, ekoloji, doğa sevgisi konularına dönelim bugün.
Birkaç gün önce "Hafta sonu doğaya çıkacak arkadaşa mektup" ta bıraktığımız yerden devam edelim.
Öyle ya...
Ekranların yeşillenmesi sürüyor.
Bizim tematik kanallarımıza göre mevsim yaz ve kafa tatil kafası oldu mu "yeşil sorunlar"dan söz etmek hoş oluyor! Zaten bu konular hâlâ bir tür "hoşluk" olarak ele alınıyor bizim medyada.
Sonbahar geldi mi, en başta siyaset geliyor! Ortalıkta "sıcak haber" den (ne demekse artık!) geçilmiyor.
Yeşil de geldiği ormana, dağa bayıra geri dönüyor!
Hiç evirip çevirmeyelim, gerçek bu!
Doğayı sevmek, bilmek çok ama çok güzel bir şey! (Ki bilmek için doğaya çıkmak, çekirge yemek falan para etmez; belki de önce oturup ders çalışmak gerekir!)
Fakat gerçekten çevrecilik (aslında bir değil, birçok çevrecilikten söz etmek gerekiyor) diye bir şey varsa, var olacaksa...
Ancak bir politik dava ve eylem olarak var olabilir.
Ya da daha kapsamlı bir insanlık davasının, daha geniş bir hayat kavrayışının önemli bir parçasıdır çevrecilik!
Gerisi süs püstür.
***
Geçen gün yine haber kanallarımızdan birinde sevimli bir sunucu uzun uzun anlatıyordu: Bozuk
ve kullanmadığımız bilgisayarlarımızı çöpe attığımızda korkunç bir kirliliğe neden oluyormuşuz.
Buruk biçimde içimden güldüm.
Doğruydu, yalnız eski bilgisayarlar değil bütün elektronik malzemeler tehlikeli atık özelliği taşıyordu.
Sadece
içerdikleri kurşun maddesi bile onları tehlikeli yapmaya yeterdi.
Ama bunların miktarı henüz
New York şehrinin bir günlük tehlikeli atık miktarının onda birini bile bulmuş değildi.
Çöp zaten başlı başına büyük bir problem.
2030'da tüm dünyada evlerde oluşan çöp miktarının
30 milyar tonu bulacağı hesaplanıyor.
***
Esas olan...
Çevreye tehlikeli şeyleri tek tek kafaya takıp bireysel veya kurumsal tedbirlerle çare bulmaya çalışmak değil...
Bu düzenin neden böyle kurulup sürdüğünü sorgulamaktır!
Buna cesaretimiz var mı peki? İtiraf edelim ki, yok!
Sızan sifonlar, çok yakıt harcayan araçlar, eski tip standart ampuller, geri dönüşsüz çöpler... Tamam! Bütün bunlara son vermeliyiz.
Ama dünyayı bu hale getiren sızan sifonlar mı?
Daha işin başında benzini su gibi içmeyen araçlar üretemez miydik?
Hani istiyorum ki...
Yavaş yavaş
üretim ve tüketim biçimlerimizi, hayatı ve doğayı kavrayışımızı, hatta
"uygarlık" denen şeyi baştan tartışmaya başlasak iyi olacak!