Televizyonda bir gazeteci "artık siyasette liderlik değil, ekip çalışması istiyoruz" dedi. Öyle bir hali vardı ki, büyük ekip çalışmalarının içinden uyum ve başarıyla çıkmış birisi sanırdınız! Oysa tanıyorum kendisini... Çoğunluk gibi o da hep çalıştığı ekiplerle uyumsuzluk yaşamış; hep ekipten çıkmış veya çıkartılmış olanlardandı...
***
Dürüst olalım; bireysel başarı ve güçlü irade üzerine kurulu günümüz siyaset ve kariyer dünyasında "ekip başarısı" nostaljik bir mit! Kaybolmuş bir imkâna duyulan özlem!
***
Hiyerarşik örgütlenmeler (mesela bir parti) içinde yer alan insanlar nasıl ortak davranırlar? "Ekip çalışması" yaparak mı, ekip halinde çalıştırılarak mı? İkincisi gerçekliğe daha uyuyor değil mi? Peki ekibi (iyi veya kötü) çalıştıran kimdir? Lider! Beğenmediniz mi? O zaman o örgütte, o yapı içinde ne işiniz var?
***
İstanbul'a yaz yağmuru yakışıyor. Hele Boğaz'ın Anadolu yakasında el ele tutuşmuş yürüyen sevgililer gibi yağmur ve İstanbul...
***
Hayat dolu dolu yaşanırsa dolar mı? Ne yazık ki, hayır! Öyle yaşayanlara bakın, hemen anlarsınız zaten! Hayat bardağının dibi deliktir. Yarısı hep "boş" kalır.
***
Ya ölüm? Ölüm hayatın tamamlanması mıdır? Cevabı "Sonsuzluk ve Bir Gün" filmi üzerine yazısında Mustafa Ulusoy dostum veriyor: "Hepimiz hayatı yarım bırakarak ölürüz."
***
Tibet Budizminin ruhani lideri Dalay Lama kâr elde etme güdüsüne dayalı kapitalizme karşı olduğunu anlatmak için "ruhen Marksistim" demiş. İnsan ister istemez, Dalay Lama ya "ruhen"in ya da "Marksist"in anlamını tam bilmiyor, diye düşünüyor. Ama derdini "çarpıcı" biçimde aktarabildiği açık!
***
Gençler iki takıma ayrılmış futbola benzer bir oyun oynuyorlar. Çevrelerindeki çocuklar ve yetişkinler de eğlenerek onları seyrediyor. Oyun (ya da bir anlamda maç) bazen günlerce sürüyor. Çünkü karşılıklı olarak atılan onlarca gole rağmen, tarafları tatmin eden ve gururlarını kırmayan bir eşitlik halinin sağlanması bekleniyor. Şimdi "canım, öyle şey mi olurmuş" diyeceksiniz içinizden; "bunun neresi eğlenceli, kimse kimseyi yenmiyor ki!" Ama antropologlar Yeni Gine'de böyle bir oyun gözlemlemişler. Melanezya'da eşitsiz başlayıp eşitlik elde edilinceye kadar süren bir oyun varmış. Tarihçiler de benzer şeyler anlatıyorlar. Peki biz, neden ve nasıl "oyun"un tadını yenmek ve yenilmekte bulur hale gelmişiz? Uygarlık dedikleri gerçekten ilerleme mi? Bundan fena halde kuşkuluyuz, değil mi?
***
Bir sevenler var, bir de sevilmeyi sevenler. Birinciler "yalnız" kalıyor, ikinciler "yenik" düşüyor.