Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HAŞMET BABAOĞLU

Pazar notları: Hastanenin mahkûmları!

İstanbul'da bir devlet hastanesinin koridorları... Atmosfer daha çok hapishaneyi andırıyor. Hastaların yüzündeki ifade ilginç! Sanki yüz kızartıcı bir suçtan haksız yere içeri atılmış gibiler... Birkaç hasta birazdan güçlü bir tanıdık gelecek, yanlışlığı anlatıp onları kurtaracakmış gibi bakıyor etrafına!

***

Koridorda hekimlerle karşılaşıyorum. Kapıları açıp kapatıyor, oradan oraya koşturuyorlar. Yüzlerine bakınca anlıyorum. Evet! Hepsi farkında! Bu hapishanenin asıl "umutsuz mahkûmları" onlar!

***

Hastanenin dışı bir panayır yeri gibi... Müthiş renkli bir kalabalık. Fakat neşe yok, keskin bir keder olduğu da söylenemez. Bekleyiş hâkim. Her davranış, her söz, her bakış beklemeye göre ayarlanmış. İçerden gelecek haber bekleniyor, her şey o habere göre şekilleniyor. Hastalıklar ve hastaneler günümüzün dur durak bilmeyen temposuna kapılmış insanına "sabırla bekleme"yi öğretiyor.

***

Yaklaşık 30 yıl süreli bilimsel bir araştırmada gençlere "çocukken anne babanızdan dayak yediniz mi?" diye sorulmuş. Yüzde 82 oranında "evet!" cevabı gelmiş. Onlarca yıl sonra aynı kişilere aynı soru yöneltildiğinde oran yüzde 33'e düşmüş. Diyorum işte... "Mutlu çocukluk" denen şey yetişkinliğe has bir uydurma! Çok mu kötümserim? Peki! Öyle olsun! Zaten bana da bayağı mutlu bir çocukluğum varmış gibi gelmeye başladı. Tamam da, çocukluğumun o korkunç can sıkıntıları, o hüzünlü öğleden sonralarım, dehşetli kalp kırıklıklarım neyin nesiydi?

***

Genç ve güzel bir kadın... Elbette o da beğenilmekten çok hoşlanıyor. Fakat ne zaman kalabalık bir ortamda bakışlar üzerine odaklansa şaşırıyor. Hemen oradan kaçmak istiyor. Çünkü her seferinde hazırlıksız yakalanıyor. Bakışların bu kadar acımasızca yaralayıcı, bu kadar edepsizce sorgulayıcı olabileceğini unutuyor!

***

Hangi rüzgârları seviyorum? Benzin istasyonlarında, araba vapurlarında, salaş pansiyonların bahçelerinde, balıkçı lokantalarında benimle konuşanları...

***

2008 krizi üzerine çok şey yazılıp çiziliyor. Fakat bana öyle geliyor ki, krizin insana dair yönlerini anlamakta zorlanıyoruz. Lehmann skandalı, anormal paralar kazanan üst yöneticiler, daha fazla para kazanmak için yasaları hiçe sayan dolar milyarderleri, üretimle bağı kopmuş finans sisteminde çalışanlar... Eski tip "açgözlülük teorileri" veya "işte kapitalizm budur" tezleri anlamamız için yetersiz kalıyor. Bütün bunlarda basit bir doyumsuzluktan çok biriktirme şehveti yatıyor sanki! Sayıların şehveti ve kazanç koleksiyonu!.. Biriktirmenin psikolojisi üzerinde daha çok çalışmalıyız.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA