Bir çarkın içinde dönüp duruyoruz.
İş güç, geçim derdi...
Biraz güven ve güvenlik...
Biraz mutluluk ve özgürlük...
Çokça fedakârlık...
Mecburiyetler, özlemler, sevinçler ve acılar... İnsanlık hali işte!
Ne ettiğimiz büyük laflar çıkartabiliyor bizi bu çarkın dışına! Ne de kendimizle doğru düzgün hesaplaşabiliyoruz!
Gülerken ağlayacağımızdan, ağlarken bir daha hiç gülemeyeceğimizden korkuyoruz.
Koştur koştur...
Elde ettiğin ne? Sonunda duvara çarpmaktan kaynaklanan baş dönmesi...
Bir kuru emekli ikramiyesine de kalsak, bir iki han hamam da koparsak bu dünyadan, göğsümüzün orta yerinde bir boşluk...
Orası cereyan yapıyor.
Korkunç bir uğultu...
Hatta orada dondurucu soğuklukta bir rüzgâr esiyor çoğu zaman...
***
Sevdiklerimize derdimizi de, hissimizi de anlatamamışız...
Sevmediklerimize duyduğumuz öfke bizi hapsetmiş kendine...
Geçip gidiyor zaman.
Tutamadan...
Ne mantık, ne izan...
Ne bir "din" gibi iman edilen bilim, ne özsuyu kurutulmuş din...
Çare olmuyor içimizdeki üşümeye!
O zaman başlıyor işte
"manevi arayış" denen şey.
Tasavvufa yönelen modern ilgi tam bu noktada filizleniyor.
Dünyada giderek yaygınlaşan
spiritüel merakın, heterodoks inançlara yönelişin,
dinlerin ve mistik akımların öne çıkışının kaynağı da bu nokta.
***
Dün bu köşede lafı nerede bırakmıştık, hatırlıyor musunuz?
Hani maalesef...
Son zamanlarda tasavvufa gösterilen yoğun ilgide garip bir elitizm ve
"iktidar gösterişi" de gözlemlediğimi söylerken...
Bir yandan da içimdeki ses soruyor:
Aslında nerede takılıyoruz?
Daha doğrusu bu yolda
neye takılıp tökezliyoruz da, hiç çaktırmamaya çalışıyoruz?
Söyleyeyim...
Kilit kelime
konfor.
Sahip olduğumuz konfora, alışkanlıklarımıza ve o malum
"çark"a takılıp kalıyoruz.
Kalbimizin kapısı açılsın ama konforumuz bozulmasın istiyoruz. Olur mu?
Yaşantı biçimimiz değişmesin ama
"yaşadıklarımız" değişsin istiyoruz. Olur mu hiç?
Böyle olunca da sonunda her şey kısa sürmüş bir rüyaya, bazen bir tür dedikoduya veya
"dostlar alışverişte görsün" modeline uygun bir "tasavvuf mahfillerinde boy gösterme" ye dönüşmüyor mu?
Haydi şimdi tam bu noktada...
Ayıp etmeyeyim de, susayım. En iyisi, hepimiz kendi dünyamızda biraz bu sorular üzerinde düşünüp içten içe tartışalım.