Fransa'nın güneyinde, Provence'da, bağlar, bahçelerin, zeytinliklerin ortasında...
Bahar güneşi yüzlerce yıllık evlerin şampanya sarısı duvarlarına vurduğunda oralardan gelip geçen herkesin içini sevinçle dolduran Lourmarin kasabasında...
Çiçekler ve yaban yeşillikler arasındaki basit bir mezar taşının altında yatıyor Albert Camus.
Şimdi Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy kalkmış; "Albert Camus büyük bir yazarımızdır, onun naşını Pantheon'a nakledelim" diyor.
Sarkozy...
Camus üzerinden prim yapmaya çalışıyor. Şaka gibi!
Pantheon Paris'te.
Pantheon bir tür devlet tapınağı.
Voltaire'in, Hugo'nun, Zola'nın, fizikçilerin, generallerin, devlet adamlarının mezarları orada.
Benim de buradan oraya bağırasım geliyor: "Dokunmayın ona! Ruhunu da, kemiklerini de rahat bırakın!"
***
İlk "Düşüş" adlı sarsıcı romanıyla tanımıştım Albert Camus'yu.
Çocuktum. Varlık Yayınları'ndan çıkan ve iç karartıcı, koyu kahverengi kapaklı kitabı bayram harçlığımla almıştım
Ter içinde, kalp çarpıntılarıyla defalarca okudum o romanı. Hâlâ da ara ara karıştırırım sayfalarını.
Sonra Veba.
Sonra o soğuk, o donuk fakat garip biçimde insanın elinden düşüremediği romanı... Yabancı.
Yeğenimin bir doğum günümde hediye ettiği tiyatro yapıtı: Caligula. (Kızı Catherine de ilk onu okumuş. "Çok komik bir kitap bu" deyince, babası duyduğuna inanamamış!)
Ve öteki yapıtları...
Albert Camus, yazar ve düşünür.
Hayata onun gibi bakmadım, onun gibi düşünmedim.
Ama onun gibi hissettiğim çok oldu!
Hâlâ da öyle!..
***
Gençliğinde kalecilik yapmış bu kederli adamın "ahlaka ve insana dair ne öğrendimse futboldandır, top hep beklemediğin yerden gelir" minvalindeki sözlerini mahalle maçlarında hep kaleye geçirilen bir çocuk unutabilir mi hiç?
Şu cümlesi de benim kış günlerindeki ruh halimin açık anlatımıdır: "Hep yağmur yağıyor; ışığa, ekmeğe duyduğum açlık gibi açlık duyuyorum ve artık kendime katlanamıyorum."
Çekmecemde 1980 yılına ait kara kaplı bir Ece ajandası duruyor. İçinde Albert Camus sözlerine ayrılmış bir bölüm var. Biri şöyle: "İnsanın kendini tek başına mutlu hissetmesi utanılacak bir şeydir."
Ve kaç gündür soruyorum: Ne işi var Pantheon'da Albert Camus'nun?
Ne Fransız sağı sevdi onu, ne içinde yer aldığı sol!
Devlet zaten hiç hazzetmemişti ondan.
***
Oğlu Jean Camus'nun geçenlerde "babamla Pantheon'u bir arada düşünemiyorum" açıklaması yapıp mezarının nakli girişimine karşı çıkışı içime su serpti.
Biliyor musunuz? Camus ilkyazları çok severdi.
Ölümünden bir yıl önce hep yanında taşıdığı defterine düştüğü notlardan birinde "Kırmızı mevsim" diyordu Mayıs sonu, Haziran başına..
"Gelinciklerin ve kirazların mevsimi geldi" diye seviniyordu.
Üzerinde sadece adı ve "1913-1960" tarihleri bulunan mezar taşının ilkyazların cenneti andırdığı bir kasabada olması...
Nasıl da yakışıyor ona!