Sürekli birbirleri hakkında yazan ve bunu alaycılıkla, hakaretle, kabalıkla yapan köşe yazarlarına bir önerim var: Bir an durun ve düşünün. Bunları gidip yüzüne karşı söyleyebilir miyim? Söyleyemezseniz, yazmayın! Karşınızdakinin gözünün içine bakarak söyleyemeyeceğiniz ifadeleri kullanmayın! Yakışanı ve yakışıklısı budur. Yazı yazan insanı doğru çizgide tutacak olan ölçüt de budur.
***
Aşağıdan gelip geçenlerin kafasına taş atıp duran sümüklü haylazın balkonu ile bir gazete köşesi arasında fark olmalı, değil mi? Yoksa yanılıyor muyum?
***
Zamanında gazete yayın yönetmenliği de yapan biri hakkımda yazdığı utanılacak aşağılıktaki yazıya "medyanın ajdarı" başlığı koymuştu. Karşılaştığımız her seferinde hakkımda ettiği bu sözü üstlenecek en küçük bir ima ve davranışta bulunmadı. Ortalıktan sıvışmayı tercih etti. Eğer böyle olacaktıysa, o lafları niye edersin be adam? Köşelerimiz kişiliğimizden bu kadar kopuksa ve okuru kalkan gibi kullanıyorsak... Ne anlamı var hayatlarımız üzerine böylesine iddialı biçimde yazıp çizdiklerimizin?
***
Hürriyet Kelebek'te bir arkadaş da geçenlerde benim bir tür "Küçük Emrah" olduğumu yazdı. Alaycı bir dille ve aşağılamak isteyerek!.. Etkilenmedim. Sadece merak ediyor ve bu arkadaşı kahveye bekliyorum:
Gözümün içine bakarak "Haşmet Abi ya, şu NTV meselesinde vallahi Küçük Emrah gibi oldun" derse, alnından öperim. Bu başka şeydir çünkü... Köşesinde böyle diyerek aklı sıra benimle alay etmeye kalkışması ve bu yolla okurunu eğlendirdiğini sanması ise bambaşka bir şeydir.
***
Neden yaz öğleden sonralarını, ikindileri seviyor ve kutsal sayıyorum? Belki şöyle anlatabilirim. Her şey ağırlaşıyor sanki ikindi vakti. Yeryüzü sanki daha yavaş dönüyor, sanki gündelik ihtiyaçlar ve koşuşturmacalar silinip gidiyor. Geriye bir nefes sesi kalıyor. O zaman işte... galiba sadece o zamanlar... dönüp bize bahşedilen hayatın geniş göğsüne bakıyorum! Tatlı tatlı inip kalkıyor. Başımı oraya yaslıyorum. Huzurluyum.
***
Gitmek, varmak değil. Varmak, ah! Ulaşmak değil! Bu yaşımda daha iyi anlıyorum. Ve artık isyansız kabulleniyorum bunu. Hatırlıyorum da, Sezai Karakoç bir şiirinde "
herkesin yüreğinden geçen bir coğrafya"dan söz ediyordu. Gidip gidip varacağımız ama asla ulaşamayacağımız bir coğrafyadan... Öyle bir şey, benimki de!
***
Sevmekte güçlü olan nefret etmekte de güçlü oluyor. Hızla seven hızla nefret ediyor. Daha çok seven daha çok nefret ediyor... Ah, aşk! Senin karşıtın elbette nefret değil! Sen bir tek kayıtsızlık vebasından ölüyorsun!