Hepimiz gürültüden şikâyet ediyoruz..
Etmeyeni görmedim!
"Gürültü kirliliği" diye bir şeyin varlığına inanmayan var mı? Yok!
Bu öyle bir ortam ki...
Cep telefonlarımız hiç susmuyor; otoyolların uğultusu hiç dinmiyor, hep bir ağızdan tartışmalar hiç bitmiyor, şehirler hiç durup dinlenmiyor.
Çok sevdiğimiz şarkılar bile hızla gürültüye dönüşüyor!
Hatta matraktır; bir kafede otururken o sırada çalan şarkıyı yapan müzisyenin garsonu çağırıp "şurada iki laf edemiyoruz, müziği biraz kısar mısınız" dediğine tanık olmuşumdur.
***
Peki
gürültüde kaybettiğimiz şey ne?
Sessizlik mi?
"Kafamızı dinleme" imkânı mı? Ne?
Unutmamalı ki, mutlak sessizlik diye bir şey yok!
"
Kafa dinlemek" ise kişiye göre değişir. Belki şaşacaksınız ama ben patırtılı ortamlarda kafamı dinlerim! Birçokları sevdiği müziğin sesini sonuna kadar açmadığında kendini kafasını dinleyecek kadar "yalnız" hissedemez!
Hayır, asıl mesele şu...
Bu patırtı gürültü, bu korkunç kakofoni içinde kaybettiğimiz şey sessizlik değil, sesin ta kendisi!
Artık ne şehrin, ne doğanın, ne eşin dostun sesini hakkıyla işitebiliyoruz!
***
Geçen gün evden çıktım, gazeteye gideceğim.
Hava ılık, güneş parıltılı, rüzgâr tatlı...
Anladım, işi kıracağım, yazımı da yanımda taşıdığım bilgisayarımda yazıp göndereceğim.
Başka yolu yok!
İyi de nerede?
Bebek'te mi? İyi de, kalabalık bir podyumu andıran bu semt bana açık hava huzuru vermiyor artık.
Bağdat caddesi mi? Üstüne tanımam! Ama o kalabalığın ve caddeden geçen araçların homurtusunun ortasına düşmek her zaman iyi gelmiyor insana.
Bunları düşünürken...
Kendimi
Polonezköy ve
Cumhuriyet Köyü yolunda buluverdim.
Yemyeşil ağaçlar coşmuş, sınırlarına isyan etmiş, asfalt yolun üzerine eğilmişlerdi.
Yol kenarındaki "
Dikkat geyik çıkabilir" levhalarını gördükçe keyfim iyice yerine geldi.
***
Cumhuriyet Köyü yakınlarında, bir
dere kenarında kır kahvesi buldum. Hemen park ettim.
Kitabımı alıp ağaç altında bir masaya yerleştim.
Koca alanda benden ve uzağımda piknik yapan kızlı erkekli bir grup gençten başka kimse yoktu!
Tam masaya oturdum ki, fark ettim.
Bütün orman "
Sevişmeden uyumayalım" diye inliyordu!
İşletmeci delikanlı "istersen müziği kapatalım abi" dedi ama gençlerin tadının kaçmasını istemedim.
Şarkılar döndü, durdu.
Sonra müzik bir ara sustu. Beş dakikacık!
Doğanın, ormanın, kuşların, börtü böceğin sesi çıkıverdi ortaya.
İnanmayacaksınız belki ama bitkilerin baharatlı kokusu bile sanki o zaman yayılmaya başladı havaya!
Ve içtiğim kahveye öyle yakıştı ki, burnumun dibinde dolaşıp duran eşek arısının vızıltısı...
Sonra...
Sonra yine müzik başladı.
"
Sevgilimi koluma takarım/Bebek'te üç beş tur atarım/Olmadı bi de sinema yaparım..."
Kitabı kapattım, hesabı ödeyip kalktım.