Sanki gökyüzü denilen havuzun lacivert sularına Tanrı elleriyle ateşten toplar bırakmıştır.
Onlar yıldızlar dır...
Sağda ay yükselmektedir.
Hilal biçimindeki ayın hemen altında yükselen tepeden aşağıya doğru gözlerimizi çevirdiğimizde uzakta zeytinlikleri ve önde evlerinin ışıkları yanmaya henüz başlamış bir kasabayı görürüz.
Bize yakın bir servi ağacı vardır.
Besbelli, vakit akşamdır.
Ama çılgındır, capcanlıdır bu akşam.
Anlamışsınızdır...
Van Gogh'un o muhteşem tablosu Yıldızlı Gece'den söz ediyorum. (Haydi şimdi açın interneti ve Google'a Yıldızlı Gece ya da Starry Night yazın. O tablo gelsin önünüze, uzun uzun bakın!)
***
Geçen çarşamba Amsterdam'daydım. Kaçar mı hiç! Hemen soluğu Van Gogh müzesinde aldım.
Bir ara, kenara çekilip...
Müze ziyaretçilerinin ressamın özellikle Fransa'daki döneminde yaptığı resimleri görünce gözlerinin nasıl parıldadığını; yüzlerinde nasıl güller açtığını izledim.
Aklı bir gelip bir gitmiş, doğru düzgün gün yüzü görmemiş, yoksulluk, açlık, sevgisizlikle kavrulmuş bir hayattan çıkan tablolar bugün insanları coşkuya, mutluluğa sevk ediyordu.
Üzerinde pembe tişörtü, beli bikini hizasına kadar açık, altında mickey mouse'lu eşofmanıyla ortalıkta somurtarak dolaşan yeniyetme turist kız mesela...
Belli ki yanındaki anne babası onu zorla müzeye sürüklemişti. Oflayıp pufluyordu.
Sonra Çiçek Açmış Badem Ağacı tablosunun yanına geldi. (Ah, ne güzeldir o tablo!)
Birden neşelendi, canlandı, gülümsemeye başladı kız. Gidip geri dönüyor, tekrar tekrar tabloya bakıyordu.
Oysa Van Gogh o tabloyu yaptığında ağır nöbetler geçiriyordu ve Saint Remy'de akıl hastanesine yatırılmıştı.
***
Peki neden yazıma Yıldızlı Gece tablosuyla girdim?
Şundan...
Van Gogh Müzesi modern bir bina. İki bölümden oluşuyor. Kisho Kurokawa tarafından tasarlanan ikinci bölümü 1999'da açıldı.
İşte orada " Gecenin renkleri " adlı bir sergi var.
Çok etkilendim bu özel sergiden...
Bayıldım.
Çünkü Van Gogh'un o gecesinin, o yıldızların, o alacakaranlık ışığının arka planında kocaman ve uzun bir resim geleneğinin olduğunu anlatıyor sergi.
Önce Rembrandt 'ın bir tablosu karşılıyor sizi..
Yanlış yere mi geldim, diye şaşırıyorsunuz ilk başta. Ama o tabloda Hollandalı ressamların gecenin karanlığında ışığı nasıl resmettiklerinin ilk ve çarpıcı örneğini görüyorsunuz. Sonra başka ressamların gece tabloları tek tek karşınıza çıkıyor.
En sonunda da Van Gogh'un geceleri ve yıldızları!
Yıldızların havai fişeklere, gecenin şenliğe benzediği resimler!
Oysa Yıldızlı Gece tablosundan birkaç ay sonra büyük ressam kendini göğsünden vurmuş, üç gün sonra da ölmüştü.
***
Müzeden çıktığımızda çocuklar gibi şendik.
Müzeler Parkı' nda bir "kır kahvesi"ne oturup kahve içiyorduk ki, hatırladım.
Van Gogh ölmeden önce kollarında yattığı kardeşi Theo'ya şöyle fısıldamıştı: " Mutsuzluğum sonsuza kadar sürecek!"
Damağımdaki kahve tadı birden acılaştı.
İçime buruk bir duygu yerleşti.
Şu dünya ile sanatın ne garip, ne akıl almaz bir ilişkisi vardı!
Acılar Van Gogh'a, tablolar ve tabloların yarattığı sevinç bize kalmıştı!