Davranışlarımızı, tutumlarımızı, yaşantımızı bir kurt gibi kemiren, bazılarımıza hayatı zehir eden soru nedir?
Bildiniz!
"Başkaları ne der?" sorusudur.
En özgürlük sarhoşumuzu bile bir köşeye kıstırır ve işini oracıkta bitirir bu soru.
Kulaklarımız bu uyarıyla çınlar durur:
"Aman sakın! Başkaları ne diyecek hiç düşündün mü?"
Ve böyle böyle...
İçten içe solar gideriz.
Basit bir mesele değildir bu.
Başkaları ne der, korkusuyla aşklarını öldürmüş insanlar tanırım.
Bu endişeyi çoluğunun çocuğunun hapishanesi haline getirmiş, kendi üzerine deli gömleği gibi giyinmiş ne çok insan vardır!
***
Peki bu sorunun bizi bu kadar etkisi altına almasının altında ne yatar?
Bu dünyada tek başımıza değil de bir toplum içinde yaşadığımız gerçeği mi?
Edep, ölçü ve toplumsal ahlaka olan ihtiyacımız mı?
Terbiye deseniz...
Edep deseniz...
Özünde bunlar " sokak çocuğu " değillerdir ki! Asıl güçlerini çok daha derin ve nakışlı içsel kaynaklardan alırlar.
O halde...
Nasıl oluyor da "başkaları ne der?" korkusu bir büyük gözaltı na dönüşüyor?
İşte orada durmak ve " içimize " bakmak gerekiyor.
***
Kişiliğimiz sürgit ham kalmışsa...
Kimliğimiz kazanılmış değil alınmış kimliklerdense...
Dünyaya ve kendimize ezbere bakıyorsak...
İçsel dayanaklarımızı inşa edememişiz demektir.
O zaman başkalarının değer yargısı tutunacak dal olur bize.
Başkalarının hakkımızda ne düşündüğü önem kazanır, bizim ne düşündüğümüz değerini kaybeder.
Ve gün gelir..
Mercimek kafalı bir komşumuzun veya kıskanç ruhunu mantık şalıyla örten bir çalışma arkadaşımızın hayatımızı zindana çevirdiğini fark ettiğimizde çok geç olur.
Oysa...
Önce bizim kendimize "dediğimiz" bir şeyler olmalı...
Başkalarının ne dediği ondan sonra gelmeli...
***
Şimdi gelin kadim bir hikâyeyi hatırlayalım.
Tam yeri çünkü...
Pazara gidip ürünlerini satan köylüyle oğlu kazandıklarıyla da bir eşek alıp köye dönüş yoluna düşmüş.
Baba eşeğin üzerindeymiş, oğlu da yularından tutmuş gidiyorlarmış.
Yolda karşılaştıkları kişiler adamı ayıplayıp "Bre tembel adam, küçücük çocuğu bu sıcakta kızgın kumlarda yürütmeye utanmıyor musun" demişler.
Baba hiç düşünmeden hak vermiş adamlara, oğlunu eşeğe bindirmiş.
Ama bu kez de yolda karşılaştıkları yaşlı bir kadın oğlana çok öfkelenmiş:
"Seni velet seni.. Sen binmişsin baban yürüyor, ayıp ayıp" diye azarlamış çocuğu.
Oğul hemen inmiş. İkisi de yürümeye başlamış.
Bu kez de insanlar dalga geçmişler: "Ne aptal adamlarsınız yahu... Eşeğiniz var, siz bu sıcakta, çıplak ayak yürüyorsunuz!"