Henüz 6 yaşındaydı küçük kız... Ve daha şimdiden hayatın ilerde ona güzellikler getireceğinden umudu kesmişti.
Annesi nevrotik bir kadındı.
Güzel ve yetenekli ablasını koruyor, onu ise sürekli " çirkin şişko" diye aşağılıyordu.
Çok sevdiği, sıkıldığı zamanlarda yanına sığındığı babası Büyük Buhran'da iflas etmişti. Üstelik yanında çalışan bir kadınla ilişki kurmuş, eve gelip gitmez olmuştu.
29 Ekim 1929 günüydü...
Babacığını özlemişti. Annesinin öfke ve kıskançlık nöbetlerinden, ablasının titizliklerinden fenalık geçirmek üzereydi.
Evleri New York'un işlek bir sokağında zemin kattaydı.
Şarkı söylemeye başladı.
Belki bu yolla içinin sıkıntısı kısacık bir süre için bile olsa uçup giderdi.
Pencere açıktı ve o " Una Paloma Blanca "yı söylüyordu.
Şarkı bittiğinde sokaktan muazzam bir alkış koptu. Pencereden bakınca gördüklerine inanamadı. İnsanlar pencereye bakıp ona gülümsüyor, alkışlıyordu.
Onu daha beş dakika önce sözleriyle ağır biçimde hırpalayan annesi de alkışlardan etkilenmiş ve koşup ona sarılmıştı.
O an anladı küçük Maria...
Onun için yepyeni bir hayat başlıyordu.
***
Edebiyat " Babalar ve Oğullar " çatışmasını çok sever. Psikanaliz ve sinema ise kafayı " Anneler ve Oğulları " ile az buçuk da " Babalar ve Kızları "na takmıştır.
Fakat hayata dikkatle baktığımızda asıl yaralayıcı ve belirleyici itişme/didişme/uzlaşma alanının anneler ve kızları arasında olduğunu görürüz.
Ve bunu genellikle ıskalarız.
Fark ettiğimizde de nedense üzerinde durmaktan kaçınırız.
Oysa çılgın bir medcezir ilişkisi vardır annelerle kızları arasında!
Dile bir türlü ket vurulamaz ve bazen sözler inanılmaz düzeyde korkunç ve incitici hale gelir.
En fenası da şu ki, anneler ve kızları arasındaki barışma ve anlayış dönemi çoğu kez çok geç kalır!
***
Bu konuyu Maria yüzünden açtım.
Gelmiş geçmiş en sansasyonel opera yıldızı, en güzel seslerden biri olan Maria Callas yüzünden..
Şu sıralarda İtalyan gazeteci Alfonso Signori'nin yazdığı " Çok Gururlu, Çok Kırılgan " adlı kitabı okuyorum.
Maria Callas'ın hayat hikâyesi yani...
Belgelerden, mektuplardan kalkarak ama roman tadında yazılmış bir kitap.
Callas'ın annesinin öyle davranışları var ki, okurken içim parçalanıyor.
Düşünün... 11 yaşındayken radyodaki müzik yarışmasında gösterdiği başarı yüzünden bir Bulova saatle ödüllendiriliyor Maria.
Daha o gece annesi saati onun elinden alıp kız kardeşine veriyor. Neyse ki baba durumun farkında! Noel'de o saatin aynısını alıp küçük kızına hediye ediyor.
O saati hiç yanından ayırmıyor Maria Callas.
Ve çok sonraları...
1959 yılında bir gün..
Ünlü armatör ve Callas'ın sevgilisi Onasis'in gözü komodinin üzerindeki saate takılıyor. "Bu iğrenç şey de ne!" diyerek saati denize fırlatıyor.
Bir hamlede Maria'nın geçmişi suların içinde kaybolup gidiyor.
Anladığım kadarıyla bir tür şeytan kovma ayininin yerini tutuyor bu..
Belki de ilk kez o gün " büyüyor" Maria Callas. O gün kadın oluyor.
İçindeki " küçük şişko kız " o gün ölüyor.