atv'de Ankara'da Sabah programına fena takıldım dün. Muharrem Sarıkaya bu defa stüdyodan değil, açık araziden canlı yayında. Konuğu Kültür ve de Turizm Bakanımız Atilla Bey. Malumunuzdur; bu taze bakanımız tez zamanda ve art arda medya gazisi olabilmeyi başarmış bir hükümet büyüğümüz. Ya ağzından kaçanlardan ya da başbakan konuşurken uykuya düşen göz kapaklarından dolayı fena hırpalandı. Tetik duruşu, ürkek ceylan halleri bu yüzden olmalı.
Sohbet sarıyor
Muharrem kaçın kurası bu alemde. Durumu gayet iyi kavramış, bakan rahatlasın, gardı düşsün, biriki inci daha üretsin de gündem yapsın için Oscar'lık bir performans gösteriyor. Hani huyunu suyunu bilmesem, dünyanın en halisane duygularla dolu sorgucusu zannederim onu.
Başlardayız daha. Sohbet kuru, kapalı, gri henüz. Muharrem işi ısıtma çabasında. Muhallebi yerken kaşığı ağzında unutmuş kayganlıkta bir sesle soruyor soruyu:
- Efenim şu Anzak askerlerinin meşhur HAKA dansı var ya. Yeni Zelandalı çocuklar da 23 Nisan şenliklerinde oynayacaktı. Ve lakin programdan çıkarıldı. Zatı Alinize göre müstehcen miydi bu temaşa?
Bomba yanıt nerede?..
Bakan soruda tehlike seziyor belli ki. Biraz huzursuzlanıyor. Muharrem ise ellerini kavuşturup, yüzüne güllaç kıvamında bir tatlı tebessüm iliştirip, kız istemeye gitmiş damat müeddepliğiyle bekliyor bakanın bomba yanıtını.
Ama o ne? Bakan öylece bakıp duruyor. Cevap filan yok.
Muharrem'in ne yapsa saklayamadığı gazeteci hinliği gözlerinden akıyor ve bakan da bunu hissedip düşmüyor tufaya elbette.
Lakin bizim çocuk ısrarlı:
- Evet bakanım, ne diyorsunuz bu soruma?..
Bakan bey önce gözlerini, sonra başını kendi eksenleri etrafında değirmi şeklinde çevirip yine zaman kazanıyor. Sonra usuletle ve suhunetle veriyor cevabı
- Muharrem beyciğim. Bendeniz müstehcenliği başka yerlerde ararım daha ziyade.
- !!!
Dans nedir?..
Sarıkaya'nın bu cevaptan hiçbir mana çıkarmadığını.. Hatta daha da fenası başka tür manalar da çıkarabileceğini hesap eden bakan tekrar topa giriyor:
- Vücudun ahengidir.
Muharrem toparlanıyor:
- Ne buyurdunuz efeem?
- Dans diyorum Muharrem Bey. Vücudun ahengidir.
Sonra durumu son derece sarih biçimde ortaya koyan cümleyi kuruyor bakan:
- Bakınız değerli meslektaşlarınız sayesinde nasıl seçerek, düşünerek konuşur oldum.
Kahkahalar iki taraflı patlıyor bu sözle ve rahatlık yerleşiyor ortama.
Ü'nün rolü!..
Az sonra laf edebiyata, tiyatroya sarkınca şahane mevzular geliyor peş peşe.
- Ben. Ben eskiden tiyatrolarda oynadım.
Muharrem "ü" harfinin üstünü tıraşlayıp soruyor bu kez:
- Öyle miii? Hangi rolu oynadınız daha çok?
- Oynadım efendim. Mesela Cevat Fehmi Başkut'un hepsini oynadım. Karaların Mehmetleri'ni oynadım. Hep başrol ya da ikinci rolü oynadım ama.
- Pekiii sayın bakanım, şimdi oynasanız hangi rolu oynardınız aceba?
- Şekispir'den bir şey. Herhangi bir rol yani Şekispir'den. Sonra Göte var, Servantes var. Bakın mesela Don Kişot var çok mühim.
- Oynamak ister miydiniz efendim?
- Neyi efendim?
- Don Kişot'u efendim. Don Kişot rolunu?
- Elbette sayın Sarıkaya.
- Aman ne güzel.
- Bakınız Muharrem Bey. Don Kişot esasında fena bir adam değildir.
- !!!!
- Hatta Napolyon bir adamına "İspanyolca öğren" demiş, adam Madrid sefiri yapılacak sanıp, öğrenip gelince de Napolyon; "Şimdi Don Kişot'u Servantes'ten okuyabilirsin" demiş. Yaaa!..
- Hımmm!..
Enstitü kuralım
- Zaten bakıyorum da Almanların Göte Enstitüsü, Amerikalıların filan da diğer enstitüleri var. Son olarak da İspanyollar işte dediğim gibi Servantes adına bir enstitü kurdular. Ben de istiyorum.
- ????
- Yani bir Yunus Emre, bir Yahya Kemal Enstitüsü kuralım, Türkçe nasıl güçlü bir dil anlatalım dünyaya. Zaten ben geçenlerde tarziye dedim diye eleştirdiler. Bazı yerlerde özür dileme k lafı yetmez,
tarziye vermek gerekir. Osmanlıca sözcük kullanmak dili bozmaz. Yeni bir laf buldum mesela. Osmanlıca bir sözcük buldum. Eldeki imkanlar anlamına geliyor. Yakında onu kullanacağım.
Çağatayca da önemli!..
- Yani ara sıra Osmanlıca olabilir öyle mi sayın bakanım?
- Evet hatta Çağatayca'yı bile alalım istiyorum Türkçe'nin içine. Malum Azerilerde de çok güzel sözler var. Ama onun içine de epey Rusça girmiş.
- !!!
- Bakınız Don Kişot'tan tee nerelere geldik?
- !!!!!!!
- Ben tabii artık idareci olduğumdan, fazla fikir beyan etmemem, daha ziyade dinlemem lazım. Fikir verir şekilde konuşunca yadırganıyorum çünkü. Ama turizmciler kendi dilleriyle hani turistler gelecek anlamında "şurayı sattık, burayı sattık " diyor ya. Bunu bazı yerler için doğru bulmuyorum. Burası, bu şimdi yayını yaptığımız yer, Çanakkale yani satılmaz. Hani Çanakkale nasıl geçilmezse, Çanakkale satılmaz da, değil mi Muharrem bey?..
- Çok haklısınız efeeem!.. İsabetle tespit buyurdunuz.
- (gülerek) Haa bir de uyurken fotoğraf çekmeye devam ederlerse uyumaya devam edeceğimi söyledim meslektaşlarınıza.
- !!!!!!!!
- Kısa süre içinde 81 ilde başlanıp bitirilmeyen kültür merkezlerini de tamamlayacağım ve her şey güzel olacak.. Çetin Altan'ın dediği gibi enseyi karartmamak lazım Muharrem bey.