Program akışına göre şu saat itibariyle burada Medya Çiftliği yayınlanacaktı. Ancak çok önemli bir haber için diziye bir süre ara verip, Salih Memecan'ın evine canlı bağlanıyoruz. Hemen belirteyim; aşağıda okuyacağınız mekânlar ve kişiler tamamen gerçek olup, halkın haber alma hakkı meselesinden dolayı yayınlanmaktadır.
Olayın başlangıcı
Nursuna (Salih'in eşi) telefon açtı, eve yemeğe çağırdı. Sevinçle el çırpınca elimden düşen telefonu yerden alıp sordum;
- Yaşasııın!.. Başka kimler gelecek?
- Hiç yabancı yok Savaş. Hep sizinkiler.
O böyle; "Sizinkiler" deyince, ben de saf saf sandım ki Babişko, Zeytin, Çıt Çıt'la filan toplanıp iki lokma atıştıracağız.
Suyun rengi?
Peşinen söyleyeyim ki Salihler'in evi muhteşem bir yerde. Güvenlik açısından yerini tam belirtemem ama, terasından aşağıya doğru bakınca İstanbul ahalisi ayağının altından sular seller gibi kayıp gidiyor adamın. Ayrıyeten o akan suyun içine renkli ampuller döşenmiş gibi alaim-i sema yansımalar yapıyor. Şimdi tıraşı kesip canlı yayına geçiyorum, çünkü içeride bekleyenler hatırlı kişiler. Merak yapan için hemen söyleyeyim ki kadro şöyle: Milli Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin Çelik, Yazar-düşünür (tersten de söylenebilir) Prof. Dr. Mehmet Altan, yine akademisyen ve yazar kardeşim Ali Bayramoğlu, Baş müdürümüz Ergun Bey, yazarlarımızdan Ahmet Hakan ve elbette ki ev sahipleri Nursuna-Salih Memecan çifti.
Türkçe'mde defo var!
İçeri girdiğimde görüyorum ki hummalı bir muhabbet başını alıp gitmiş. Saygıyla bir kenara çekilip susarak dinliyorum. Zaten yeni geldim diye konuyu tam da kaptıramadım. Aslında gece boyu fazla laf edemiyorum. Çünkü hepsi Türkçe konuşuyor olsa da başka bir lisan dinliyormuşum gibi geliyor bana. Yıllardır manalarını adım gibi bildiğim sözcükleri öyle cümlelerin içine serpiştiriyorlar ki, algılama özrüm çıkıyor meydana. Hülasa ortamda kullanılan dil acuk akademik, acuk didaktik ve fazlacana kaotik (iyi toparladım).
Hoşap'tan Heliz Otu
İtiraf edeyim ki Milli Eğitim Bakanı'nın da geleceğini önceden haber almıştım. Bakanla empati-sempati köprüleri kurabilmek adına biraz ders çalışıp gelmiştim oraya. İnternet'e girmiş ve Hüseyin Bey'in Van'ın Gürpınar'ından olduğunu, nerelerde nasıl okuduğunu filan öğrenmiştim. Bu arada yöresinin önde gelen şeyinin "Heliz Otu" olduğunu, ilkbaharda toplanıp keçi peynirine katılınca, yiyeni mest ettiğini, Beşaret Bey Türbesi'ni, St. Merinos Manastırı'nı, Hoşap Kalesi'ni filan hep ezberime almıştım.
Yeraltı dünyası
Ama oradakiler; "devletin ali menfaatleri, umumi efkârın üstyapısal güncesi" mevzularından gayrı şeylerle ilgilenmeyince arada bir saplama yapar gibi birkaç laf edebildim ancak. Bakın nasıl?
Bakan: Yeraltına ineceğiz yakın zamanda!
Ali: Nasıl yani? Yeraltı dünyasını mı atacaksınız hallaç pamuğu gibi?
Bakan: Yok öyle değil. Tren Eskişehir'de yavaşlıyor. Çünkü 17-18 hemzemin geçit var. Onları yeraltına alacağız tren hızlı gidecek. Herkes güvenli diye tren biletlerini kapışacak.
Nursuna: Sen alır mısın Ergun?
Ergun Bey: Tren bileti mi? Yok yok ben almayayım!..
Nursuna: Ne tren bileti Ergun? Zeytinyağlı yaprak sarma alır mısın diyorum. Ellerimle yaptım.
Ben: (Samimiyet olsun gibisinden) Üstünde 'Galata Şarküteri' yazan paketten çıkmadı mı onlar demincek?
Herkes: !!!!!!!!!!!!!
Zina muhabbeti
Bakan: (lafı değiştirmek için) Ayrıca 'Haydi kızlar okula' kampanyasında ailelere ortalama 30-40 milyon ödeme yapıyoruz ayda.
Mehmet: Geçen gün bir yerde gördüm içim cız etti. Muhabir 14 yaşına kadar okuyan kıza "Devam edecek misin?" diye soruyor, kız da "Hayır nişanlım izin vermiyor" diyordu.
Ben: (belki ilgi çekerim zannıyla) Aslında nişanlısına da üç beş kuruş koltuk çıkmak lazım.
Herkes: !!!!!!!
Ahmet: (beni kurtarmak için fedakarca) Zina tartışması gereksiz uzamıyor mu? AB'ye bir kala bu gerginlik niye?
Ali: Deformasyon profesyonel yapma Ahmet!
Ahmet: ???
Komplo teorileri
Ali: Sen de bilgisi olmadan fikri olanlara itibar etme Ergun. Demin dikkat ettim 11 Eylül'ün arkasında FIFA, UEFA hatta NASA bile olabilir diyeceksin neredeyse.
Herkes: !!!!!!
Bakan: Bana sorarsanız en güzeli buydu.
Ali: Benim dediğim değil mi efendim? Geçen gün yazdım da bunu. Çok mail geldi.
Bakan: Yok yok şeyi dedim, şu o deniz börülcesini dedim. Çok lezzetli. İnsanın ağzında eriyor valla.
İnebolulu Yardımcı Teyze: Bakın iyi ki atmamışız Nursuna hanım. Dedim size, öyle 1-2 hafta dolapta durmakla bozulmaz diye.
Salih: Nursuna; şuna söyle bir daha Tatlı Hayat dizisini izlemesin. Hele de oradaki hizmetçiyi asla.
Mehmet: (ortam yumuşasın diye) Sayın bakanım her konuya uygun bir fıkra bir anekdot biliyor, lafların sonunu öyle bağlıyorsunuz. Büyük meziyet bu maşallah.
Bakan: Aslında öyle zannederler ama pek öyle değilimdir. Niye olmadığımı da şu fıkrayla açıklamak isterim. Adamın biri bi gün Kars'tan otobüse biner...
Az sonra
Herkes: Hah hah haaaa!.. Harikaydı sayın bakan.
Ben: (Ahmet'in kulağına fısıltıyla): Adamın esas adı Ömer'se köydeki herkes niye Ayşe diyormuş adama?
Ahmet: (fısıltıyla) O biraz önce anlattığı öbür fıkranın sonuydu Savaş. Ona da demin gülmüştük ya.
Ben: Bunları yazayım ben yarın di mi? Bakan bozulur mu?
Ahmet: Yooo niye kızsın? Hem zaten onca işin arasında bakan nasıl gazete okuyacak ki?
Ben: Ergun bey kızar mı peki özel sohbeti yazdım diye?
Ahmet: Onu bilmem. Ne yazacağına bağlı.
Ben: Konulara derinlemesine hakim olduğu intibasını verir "Baş müdürüm öyle laflar etti ki; Ali Bayramoğlu, Mehmet Altan, Ahmet Hakan bile gık diyemedi" der kurtarırım kendimi.
Ahmet: Bak öyle olur. (sempatik tavırla) Ama beni kolla yine de.
Ben: Bi de baksana saat yarım oldu bakan bey 126. fıkrasına başladı. Yarın erkenden okulları açılmıyor muydu onun?..
Ahmet: Sus sus adam duyacak ayıp olacak!..
YARIN: Medya Çiftliği Yayından kalktı mı? Kalktıysa niye kalktı? Kalkmadıysa nasıl devam edecek?..