Kazayı duyup yola fırlayan ekipler olarak çılgınca bir yarış başlattık adeta. İstanbul-İzmit otoyolunda sanki medya kupası otomobil yarışları varmışcasına çılgın bir yarıştı bu. Çünkü hemen gidilmeli, görüntüler, bilgiler süratle toplanmalı ve merkezlere geçilmeliydi. Kimileyin arkam sıra selektör yapıp geçmek isteyen bir basın aracına yol veriyor, kimi zaman da slalomlar yaparak ilerleyen bir canlı yayın arabasını solluyordum.
Hafızalar taze
Cep telefonumla gazete yazı işleriyle sürekli irtibat kurup talimat alırken bir yandan da haberleri dinleyip olayın boyutunu kavramaya çalışıyordum. İki trenin kafa kafaya çarpışması feci bir şeydi çünkü. İkisi de yolcu treni olunca dehşet tablosu olasılığı daha da artıyordu. Gerçi gelen ilk haberler henüz hafızamızda taptaze duran son kazaya göre çok düşük bir hüzün bilançosu veriyordu ama, bir can bile yitmiş olsa çok şeydi elbette...
Ayakta tedavi
Gebze Hastanesi'ne 17 yaralı geldiğini söyledi haber spikeri. Sonra hastanede bulunan muhabir arkadaşn başhekimle yaptığı konuşmayı yayınladılar. Bu 17 kişiden 2'si ağır diğerleri ayakta tedaviyle taburcu edilecek haldeydi. Yol üstü sayılsa da hastaneyi pas geçip kaza yerine devam ettim. Tavşancıl yakınlarına geldiğimizde yol şişti, neredeyse akmaz yürümez oldu. Az sonra anladım ki meraklı vatandaşlar sağa sola araba çekiyor ve fütursuzca aşağıya inip seyre dalıyorlardı kaza panoramasını.
Açsanıza gişeleri
Derken iki trafik aracı çıkıverdi ortaya. İçinden sinirle inen bir başkomiser ve memurlar son derece haklı olarak çıkışıp bağırdı bunca duyarsızlığı yaratanlara. Yol açılınca devam edip Hereke sapa- ğından ayrıldık. İşte bir rezalet tablosu daha. Yardım araçları, ambulanslar, kurtarma araçları da kuyruk olmuş gişeden tek tek para ödeyerek geçen otomobillerin arkasında bekliyorlar. Yahu bu kadar basiretsizlik olur mu? Açın turnikeyi, 300- 500 araç bedava geçiversin de yol aksın. Böylelikle ulaşsın yardım konvoyları olay yerine değil mi?
Hocam Nasrettin mezarı
Az sonra kazanın meydana geldiği bölgeye gelip karmakarışıklığın, paniğe yakın bir telaşn, kimsenin kimseden haberi olmayışın mebzul örneğiyle karşla- şyoruz. Nasrettin Hoca'nın mezarı gibi bir ortam. Güya güvenlik bantları çekilmiş, atrafa asker dikilmiş ama sağlıkçılar, sivil savunmacılar askere dert anlatıp içeri girmeye çalışırken trenlerin yanı baş sayısız meraklı, alakasız adam, yaş teyze, çoluk çocukla dolu... Herkes bir tarafa koşturuyor ama çoğunun niye koşturduğu, amacı filan asla belli değil.
Temaşa nasıl?..
Tren yolunun üst kısmı demin anlattığım manzarayı devam ettirmekte. Yani otoyol sürücülerinin bir bölümü trafik ekiplerinin oradan ayrılmasından sonra olmalı, yine araçlardan inmiş seyre koyulmuşlar. Lakin sol taraf, yani deniz tarafı daha bir traji komik. Çünkü orada mendirek içi var ve irili ufaklı sayısız tek neye atlamış yurttaşlar amfibik çıkarma yapar gibi dizilip temaşaya dalmışlar.
Bakan Bey az daha...
Ulaştırma Bakanı'yla daha 1 gün önce konuşmuştum telefonla. Demiryollarıyla ilgili bir dizi plandan kısaca bahsetmiş; "Önce Göreme'ye ardından da Yunanistan'a gidiyorum, dönüşte daha detaylı konuşuruz" demişti. Bir an bakanın bu kaza sırasında Yunanistan'da olabileceği geldi aklıma ve içim cız etti onun namına. Daha ayyuka fırlamış eleştirlerin mürekkebi kurumadan bir de bu olursa yaraya kezzap dökmüş gibi gelirdi valla. Hemen basın danışmanı Ebubekir kardeşi arayıp durumu soruyor, 'şükür olsun' diyeceğim haberi alıyorum ondan. "Bakan Göreme'den gelmiş, helikoptere atlamış ve Tavşancıl'a geliyormuş."
İçişleri de burada
Az sonra bir dalgalanma oluyor kalabalık içinde. Ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ve beraberindekileri görüyorum. Çevresi o kadar yoğunlaşyor ki ulaşabilmek, konuşabilmek şöyle dursun görüntüleyebilmekte bile güçlük çekiyor arkadaşlar.
O sırada biri kolumdan çekiştirip; "Savaş Abi gel bak, şurada bir genç var. Trendeymiş ve bir şeyler duymuş" diyor.
Gidip konuşuyorum o gençle. Adı Ahmet'miş. "Gemi adamıyım ben abi. Trencilikten filan anlamam. Kaza olunda bizim kısma bir şey olmadı ben indim. O sırada demiryolcu üniformalı biri sivil bir adama bağırıp; 'Ben ona söyledim. Yapma başmız derde girecek dedim dinlemedi bak ne oldu gördün mü? Hem kendi canı gitti hem başka canlar!' diyordu." Bu sözleri kameramla kayıt yapıp daha sonra bir jandarma astsubayına tanıştırıyorum o delikanlıyı; "Dinle istersen komutan. Enteresan bir şeyler duymuş bu arkadaş" deyip bir arada bırakıyorum onları.
Ortalık toz duman
Derken bir punduna getirip
Başkent Ekspresi'nin içine girmeyi başarıyorum. Ve gördüğüm manzara karşsında dehşete düşüyorum. Çünkü başkent treninin içinde durdu- ğum bu vagonunun ön duvarı yerinde diğer trenin parçaları var. Koç baş gibi girip oymuş, kaynamış buraya. Çok değil biraz daha süratli vuruşma olsaymış eğer, facianın boyutu inanılmaz artarmış belli ki. Tüm koltukların önünde arkasında, altında yanında gördüğüm eşyalar, giysiler, paketler de anlatıyor ki; sırf bu vagon bile tümüyle doluymuş.
Kurtarma kargaşası
Tekrar aşağı indiğimde Şişli İtfaiyesi'nden takviye olarak gelen gruptan iki itfaiye eri kesiyor yolumu. Diyorlar ki; "Abi bak. Bu kazanın öğrettikleri diye bir yazı yazarsan ilk satırında mutlaka kurtarma rezaletini yaz. Şu hali de bir görüntüle. İşi bilen adamlar ya kenarda bekletiliyor ya da hiç bir yardım alamıyorlar. Şurada kaynak makineleriyle belki bir can kurtarırım diye çırpınan uzmanların ayak altında bin türlü gereksiz adam dolanıyor, reva mı bu?" Karanlık çökmeden kaza yerinden ayrılıp hastaneye geçiyorum. Orada ruhuma çöken karartı uzun bir süre yeter de artar bana çünkü...