(Tunceli)
Diyarbakır'a sabah saat 09:00'da inince kameraman arkadaş ahkâm kesti; "Taş çatlasa saat birde Tunceli'deyiz abi. Bu bölgeyi milim milim bilirim. Şimdi vurduk mu yola önce Elazığ, arkasından Pertek derken Dersim'e varırız 3.5-4 saatte."
Bilmediği; aslında bilip de unuttuğu şey benim yol üstü hallerim. Gözümün takıldığı her şeyi tepe tırnak fotoğraflar, aklıma gelen her konuyu kotara becere giderim ben yolu. Aynen de öyle oldu işte. Önce Ergani yakınında, yolun azıcık sağ içinde tarihi bir köprü ve çeşme gördüm. Etrafına doluşmuş çor çocuğu çekip görüntülerken kafadan 1 saat orada geçti gitti bile.
Dağ duman da Maden nerede?
Az daha gidince Maden Kasabası. Hani şu İzzet Altınmeşe'nin menşur türküsü Maden Dağı dumandır denen bölge yani. Oradan fabrikayı söktüler, kel kel bıraktılar ya, o müthiş yalnızlığın, hasretin izleri tepelerde mahzun bir mimik gibi yerleşmiş duruyor. Gel de çekme, fotoğraflama bu vaziyeti. Bir de boşalmış, tenhalaşmış ki kasaba sormayın. İş olmayınca, maden sökülüp atılınca kim kalıp kim yaşasın ki orada?
Ne yapsak acep?..
Azıcık daha gidince Elazığ'a girdik işte. "Kısadan kese ne yapabiliriz burada" diye sorup, uzun sessizliği söndürüp, yine kendim yanıtladım sorumu. Gidelim Akıl Hastanesi'ne göz atalım hadi.
Az sonra hastanenin böğründe, kavak altı havuz başı taraflarındayız. Genç başhekim biraz tırsmakta. Çekim yaparsak, ya vali bey zılgıt atarsa. Valiyi arayıp izin alıyor ve rahatlatıyorum başhekimi. Şimdi her tarafını gezip görebiliriz hastanenin.
İçi de iyi dışı da
Aslında gelmek için uygun zaman değil. Benim de kabulüm bu. Çünkü bazı servislerin yıkılıp yeniden yapılması sürüyor. Oradaki hastalar da toplanıp diğer servislere eklenmiş. Yani bin bir ayak bir yerde. Hem başhekim hem diğer idareciler böyle tıklım tıkış görücüye çıkmak istemiyor elbette. Bu koşullara rağmen yine de iyi durumda hastane. Yatak yorgan, oda koridor, mutfak ocak temiz pak bakımlı sağlam. Hastalara gelince zaten dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da en zor hasta tipi onlar. Allah akıldan noksan bırakmasın derler ya gerçekten de öyle.
Her yerden suretler
Yüzlerce isim, surat ve talihsizlik öyküsünün hüsranlı özneleri hepsi de. Kimi Malatya, kimi Bingöl, kimi Erzincan, Erzurum, Urfa'dan gelmiş. Elazığlı olanlar da var aralarında elbet. Sigara, para isteyenler, beni de doktor sanıp hatta işi ileri götürüp bakan zannedip taburcu olmak isteyenler, her nasılsa tanıyıp 'ekrana çıkart' diyenler, türkü söyleyenler, eşe dosta sılaya selam söyleyenler, ağlayanlar, kahkaha atanlar, durduk yerde sallananlar, kafasını su borularına vuranlar vee o... Gencecik, aslan gibi bir delikanlı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 3. sınıfından zorunlu terk. Çünkü tam o sıralarda gelmiş vurmuş ağır hastalık aklı uçmuş, izanı yitmiş, hayatı ters tepelek dönmüş, devrilmiş bu gencin. Devreleri şimdi bu servislerde doktorluk yapıyor. O da belki beyaz önlük giyip onlarla aynı yerde aynı şekilde viziteye çıkacak, teşhis tedavi yapacakken bak başına gelene şu çocuğun. Okulunu hatırlıyor ama nasıl yürümeli, nasıl konuşup söyleşmeli tamamen kopartmış bu fikri kafasından.
Kalan aklı sigara istemek, bana karpuz getirin havuzda soğutup yiyeceğim demekte bir tek...
Çayhane niyetine
Bu hastane üzerine resimli bir haber dosyası açarım üç vakte kadar. Buradan çıkıp yola devam muhabbetlerini sunayım yine.
Zaten baraj gölünün kıyısına geldik. Bineceğiz feribota 10 dakikada Pertek'e varacağız. Kıyıda üç dört derme çatma çayhane. Bazıları eski püskü karavanlardan, bazıları da tahta çakıp düzerek kurulan barakalardan ibaret. Bekleşirken çaydı kahveydi gazozdu içen olursa ekmek parası çıkarsınlar diye konuşlanmış oraya. Şöyle bir ağız yokladım da belediyenin kendi feribotunu da araya sokup çalıştırması, tekne bozulunca tam orada kalafata, bakıma alınıp etrafı zifte pise bulamasına gıcık kapmışlar fena halde...
Ah o haller
Sonra biniş, gidiş ve iniş. Pertek'e girene kadar 3-5 arama yapardı eskiden güvenlik güçleri. O zamanlar OHAL vardı ve o haller fenaydı. Şimdi tek bir yerde, Pertek girişinde usulü münasibince kimlik kontrolü, huylandıklarına da ince arama uygulaması var. Ambargo zamanlarını da hatırlıyorum da bugüne şükredenlere ben de katılıyorum.
Jandarma Başçavuşu buyur ediyor kameriyesine. Bir çay içimi laflıyoruz. Diyor ki; "Vatandaşa potansiyel suçlu gibi bakamazsın. Eskiden bu çok yapılmış ve çok yaralamış insanları. Şimdi komutanlarımızın en çok üstünde durdukları konu bu, rahat, sıcak, dost davranın. Devletin sertliğini değil şefkatini gösterin." Bu çok yol alındı demek. Umarım aynen de böyledir.
Dağ keçileri raksı
Şimdi sıra Munzur'lara tırmanmaya ve Tunceli'yi kerteriz almaya geldi. 56 kilometrecik yolumuz var. Saate bakıyorum 7 saat geçmiş Diyarbakır'a ineli. Gülerek soruyorum kameraman İlhan'a; "Ne zaman varacaz demiştin kardeş?" o da gülüyor ve; "Abi son 56 km'yi de 4 saatte alırız senin bu hızınla!.." diye yanıtlıyor.
Doğru söylüyor aslında. Daha yol üstünde çekilecek neler var neler. Mesela göl basınca sualtı olmasın diye taşları tek tek işaretlenip sökülen, 10 km uzağa aynen tekrar dikilen camileri, minareleri çekmez miyim? Dağ keçilerinin sürü sürü yamaçlarda sekmesini, dans edişlerini görüntülemez miyim? Hepsini yapıyooor; Tunceli'ye varışı ve oradaki yaşayışımı da yarına bırakıyorum izninizle...