Denk bütçe tutkusu, bir memur fantezisidir.
İsmet Paşa kafası.
Memur, kendi aile bütçesinin açılmasından Allah gibi korktuğu için devlet bütçesinin açık vermesinden de çok korkar.
Çünkü devlet onun malıdır! Devlet ondan sorulur.
Bütçe denk olmalıdır, cari açık da bilmez, cari fazla da.
"Güçlü Türk Lirası" onun için çok önemlidir.
Niçin? Bununla ne yapacak, hangi işe yatıracaktır?
Bir şey yapmayacaktır, hayran hayran seyredecektir.
Bunun ihracatı baltalayacağını idrak edemez.
"Dövizleri tutmak" da memur için çok önemlidir. Devletin bol dövizi olmalıdır.
Bu dövizlerle yatırım mı yapacaktır, ithalatta mı kullanacaktır?
Hayır, devlet kasası dolu olacak ve o para orada öylece duracaktır.
1946 yılında altınımız ve dövizimiz boldu, İsmet Paşa kılını bile kıpırdatmadı.
Memlekette şart olan "ekonomik açılım" bir türlü yapılamadı; çünkü istenmiyordu.
Hem sonra sanayileşme hızlanır, köylü şehirlere doluşur, bir işçi sınıfı oluşurdu...
Memur krediden de korkar.
Ne kendisi alır, ne kimseye verir.
Eskiden bir bankaya gidip de "ihtiyaç kredisi" isteme cüretinde bulunacakları kovmaktan beter ederlerdi...
Rahmetli babam "Borç en fena şey" derdi.
Kendi küçük bütçesi için öyleydi tabii...
Şu anda sahip olduğum her şeyi kredi kartıyla, taksitle, yani borçla aldım.
Televizyondan çamaşır makinesine, bilgisayardan kitaba kaleme, her şeyi. Babamı dinleseydim yanmıştım.
Memurun iki yakası bir araya gelemediği, yoksulluğa mahkûm olduğu için onu "içselleştirmiş" ve sevmeye başlamıştır.
Bu pis bir "mazoşizm" oluyor.
Çocukluğumuzda bize "Türkiye fakir bir memlekettir" diye sürekli tekrarlarlar ve bunu söylemekten gizli bir mutluluk duyarlardı...
Zenginleştirmek isteyeni de astılar.
***
Türk solu, memur kökenli ve memur kafalı olduğu için kendini bu tuzaktan kurtaramadı.***
Kendi kendini "solcu mütefekkir" ilan eden bazı şarkıcılar da "orta halliliği" savunuyorlar ve Yunanistan'ı örnek veriyorlar.