Makbule Hanım, Atatürk'ün kız kardeşidir.
Üvey babasını ve üvey kardeşlerini toplum hafızasından silmeyi, onları unutturmayı başardılar ama onu yok edemediler.
Oysa kardeşi mardeşi de olmayan, uzaydan gelmiş bir yüce varlık, faşist kafaya ne kadar da uygun düşecekti...
Makbule Hanım'ın soyadı Atadan.
Kardeşi olduğuna göre onun da soyadının Atatürk olması gerekmez miydi?
Olamazdı. Bu ancak "faniler" için geçerliydi. Başka hiç kimse o yüce varlıkla aynı soyadını taşıyamazdı.
Svetlana Çugaşvili olurdu ama...
Yakov Stalin de olurdu...
Son saatlerinde Eva Hitler bile olmuştu...
Ama Nadiejda Krupskaya gençlik soyadıyla bırakılmış, kimse ona "Nadiejda Ulyanova" diyememişti.
Peki Atatürk ile Latife Hanım boşanmasalardı, evlilik 1938 yılına kadar sürseydi, Latife Hanım'ın soyadı ne olacaktı?
Hele bir de çocukları olsaydı...
"Atanın" falan mı?
Kemalist allameler cevap versinler.
***
Atatürk'ün cenaze namazını kılmak istemediklerini de öğrenmiştik!
Buna yuh denir ama sonra kızarlar.
Makbule Hanım kıyameti koparmış,
"Ağabeyimin namazı kılınmadan cenazeyi şuradan şuraya götüremezsiniz" diye direnmiş.
Çaresiz kalmışlar.
Uyduruk dualarla yarım yamalak bir namaz kılmışlar, Makbule Hanım'ın gözünü boyamışlar. O acı içinde farkına varamamış.
Namaz Dolmabahçe'de, yatak odasında, naaşın hemen yanıbaşında kılınmış, toplasan beş kişi.
Camide kılınsaydı milyonlar koşacaktı musalla başına...
Eh, o zamanlar
Hacıbayram Camii de
"resmi devlet camii" niteliğine kavuşmamıştı...
Hani
Şişli Camii'nin
"burjuva camii", Teşvikiye Camii'nin de
"entel camii" olduğu gibi...
***
10 Kasım 1953 günü, cenaze geçici istirahatgâhı
Etnografya Müzesi'nden ebedi istirahatgâhı
Anıtkabir'e nakledilirken...
Makbule Hanım, ağabeyinin koynuna bir kâğıt iliştirmek istemiş.
Açıp bakmışlar, eski yazıyla!
Makbule Hanım bir muska mı koyuyor?
Kabul etmemişler.
Gerekçe olarak da eski yazı olmasını göstermişler. Doktor,
"Ben bunu koyamam, Atatürk bana kızar" demiş.
Öyle ya, ziyaret defterine yazılanları her gece kalkıp okuyan büyük önder elbette onu da okuyacaktı!
Peki kızıp da ne yapacaktı, doktorun rüyasına mı girip onu korkutacaktı?
Bütün bunlar bize, Makbule Hanım'ın ağabeyinin devrimlerini yeteri kadar özümsememiş olduğunu mu gösteriyor?
Yoksa 1950 yılının iktidar değişikliğine küçük bir ışık mı tutuyor?