Solun niçin öldüğünü tartışanları başlıca iki grupta toplamak mümkündür:
Bir: Slogan atanlar.
İki: Ağlayanlar.
Dellenip oraya buraya ya da birbirlerine saldıranlar da var ama onları geçelim.
Slogan atmak eski hastalıklarıdır.
Yeri cennet olası hocam Tahir Alangu da hep "sloganlarla düşünmeye çalışmayın" derdi bize...
Doksanlı yıllarda, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla geçirdikleri şokun etkisiyle "sosyalizm ölür mü, sosyalizm hiç ölmez" diye slogan atıyorlardı. Mezarlıktan geçerken ıslık çalmaktı bu.
"Ölmez de ne şekle girer" sorusunun cevabı onlarda yoktu tabii.
Kafaları yirmi de değil, on dokuzuncu yüzyılda kalmıştı.
Şöyle Paris sokaklarında barikat kurup elde çakmaklı tüfekle kralın askerleriyle çarpışmak falan...
Andre Malraux, "günümüzde iki tank dayadılar mı o barikatı dümdüz ederler" dediği zaman ona da çok kızmışlardı...
1917 yılını hiç tahlil edemediler.
O tarihte... Bir, Rus ordusu bozulmuş ve dağılmaktaydı. İki, halk savaştan bezmiş ve bıkmıştı. Üç, açlık baş göstermişti. Dört, halkın eline silah geçmişti. Beş, halkı yönlendirecek güçlü bir parti ve lider vardı.
1968 yılında Türkiye'de bunlardan hangisi vardı da devrim yapmaya kalktınız?
Hiçbir şeyden haberleri yoktu ki... Okumuyorlardı ki... Kafalarını kaldırıp sağa sola bakmıyorlardı ki...
***
Esaslı bir grubu, kendini ağlamayla avutanlar oluşturuyor.***
Sağcı olarak görmeye ve göstermeye çalıştıkları iktidar o sosyal imkanların çoğunu emekçiye kendisi sağlayınca da şapa oturuyorlar.