Ekrem İmamoğlu İstanbul'un trafik sorununa çareyi bulmuş: İngilizce bilen taksiciler yetiştirecekmiş.
"Ticari taksi" yani, commercial cab... Bir de ticari olmayan taksiler var ya...
Demek ki bunca senedir taksi şoförlüğü yapıyoruz da farkında değiliz.
Ama biz İngilizce bildiğimiz için sorun yaşamıyoruz.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
Sorun, bu adamların iki kelime İngilizce'yi bir araya getirememelerinden kaynaklanıyormuş.
Böyle 6 bin taksici yetiştirilecekmiş.
Eh, bunlar "okumuş çocuklar" olacakları için oylarını da herhalde CHP'ye verirler.
İstenen elbette "temel İngilizce" canım. Yani Joyce ya da Shakespeare okumalarına gerek yok.
"Jump in bro, let's go" diyebilmeleri yeterli. (Atla abi, gidelim.)
"Ben karşı tarafın taksisiyim" diyebilmeleri için azıcık düşünüp cümle kurmaları gerekecek: "I'm the cab of the other side"...
Fakat İngilizce'de böyle deyince "ahret" anlaşılır ha, Allah korusun...
Neyse ki, Londra'da alışverişe çıkmayacakları için "ben alıcıyım, bana kaça olur" ya da "benim ayağım taraklıdır" cümlelerini tercüme etmeleri gerekmeyecek.
Bazı şoför arkadaşlar "haksız rekabet yaratacağı için" buna karşı çıkmışlar.
Çünkü kendileri bülbül gibi Almanca ve Fransızca biliyorlar ya, niçin İngilizce'ye ayrıcalık tanınıyor?
Bazıları bir de akıcı Türkçe öğrenirlerse bu iş tamamdır.
Belki Internet'ten İstanbul'un sağını solunu da öğrenirler.
Kemal Kılıçdaroğlu'na da öğretsinler.
Kağıthane'den CHP adayı olmuştu ama orayı "Kağıttepe" sanıyordu...
***
Sarı kamyonlara da "yellow truck" ya da "yellow lorry" desinler, belki böylece daha az insan öldürürler.
*
Oh la la!
Dağın başına kurdukları on sekiz katlı gökdelenin dairelerini "doğayla içiçe" diye satıyorlar: Z blok, kat no. 18, daire no. 376, doğayla içiçe.
Hele reklam filminde bir sincap, iki de kelebek gösterirsen iş tamamdır.
Alt katın önünden de su akıtırsın, alacak "kunduz" kendini nehir kenarında sanır.
Bahçeler arasında çit mit yoktur, dolayısıyla oralara kurulacak mangallar, dumanlar ve kokular da göze görünmez. Bangır bangır çalınacak olan "arabesk"i hiç saymadım.
Ama bunları "halk" alıyor. Halk gürültüden rahatsız olmaz, tam tersine gürültüyü sever.
Burjuva çoktan büyük şehirlerin kıyısında sessiz sakin, müstakil villalarına kaçmıştır, korumalı morumalı.
Şimdi bir de "Paris temalı" apartmanlar çıkmış.
Bunlar Paris'i nasıl bir yer sanıyorlar acaba?
Halkın kafasında yer etmiş "hiç görmediği Paris" imgesine sığınıyorlar. Reklamında bir de Eiffel Kulesi gösteriyorlar.
Herhalde evden çıkınca da soğan çorbası içecekler.
Aman dikkat etsinler, domuz eti olmasın.
Paris olduğu başkaca nereden mi belliymiş? Oda servisi varmış.
Eve gelmişsin, soyunmuş dökünmüş yatağa uzanmışsın: Ding dong, housekeeping! İnsana zorla küfür ettirecekler.
Mobilyalı evlermiş bunlar aynı zamanda.
Ha, bir de "concierge" hizmeti varmış.
Fransızca "kapıcı" demektir.
"Concierge" deyince fiyat artıyor olmalı.
Bu evler bu durumda ancak "karı kız atmaya" yarayacak bekar evleri olurlar.
Cebinde yeterli parası olan sevgili Türk zamparalarının dikkatlerine arz edilir.