Şile, Silivri, Sarıyer, Kadıköy, Çatalca, Büyükçekmece, Beşiktaş...
Eskiden İstanbul deyince akla gelen ilçeler bunlardı.
Esenler, Güngören, Gaziosmanpaşa, Sultangazi, Sultanbeyli, Bağcılar...
Eskiden İstanbul deyince akla bu ilçeler gelmezdi.
Çünkü böyle yerler yoktu.
Tövbe, Gaziosmanpaşa'nın adı Taşlıtarla'ydı, "ücra" bir yerdi.
Topkapı'dan boş araziye çıkılırdı.
İstanbul'un "korona haritası" çıkarılmış.
Hastalığın en çok görüldüğü ilçeler kırmızıya boyanmış.
"Yeni" ilçeler kıpkırmızı.
"Asıl" İstanbul öyle değil.
Bu neden böyle?
Profesörler "işçi kesiminin yaşadığı yerler" diyorlar. Sonra da baklayı ağızlarından çıkarmak zorunda kalıyorlar: Kilometrekareye çok fazla insanın düştüğü, çarpık yapılaşmanın hüküm sürdüğü semtler...
"Varoş" yani.
Siz hiç "Maçka'da sel basan bodrum katında hayatını kaybeden insan" duydunuz mu?
Peki Caddebostan-Suadiye sahili?...
Oralara hafta sonu mangal yapmaya geliyorlar, hastalık kuluçka döneminden sonra virüsü kapanın "kendi semtinde" ortaya çıkıyor...
Topağacı'ndan hiçkimse kalkıp da Belgrad Ormanları'na pikniğe gitmez.
Virüs sınıf mı gözetiyor?
Hayır, bazı sınıflar virüs gözetmiyorlar.
Etiler'de kimse düğünde ateş etmez.
Ulus'ta kimse damadı vurmaz.
Cihangir'de zaten düğün müğün yapılmaz.
***
Keşke benzer bir araştırma Avrupa'da da yapılsa da sonuçları elimize gelse...