Karanlık sıkıntı verdi.
Soğuk da sıkıntı verdi.
Bunlar bir de sürekli yağmur ve karla karışık yağmurla birleşince, yılın "en sevimsiz" günleri yaşanıyor...
Hep böyle olur.
Aralık ayının son günleri bir eskimişlik, bir bezginlik, hatta bir kirlenmişlik duygusu...
"Çıksa artık şu yıl" beklentisi...
Eskiden karikatürcüler eski yılı ak sakallı yaşlı bir adam, yeni yılı da yeni doğmuş tombul bir bebek olarak çizerlerdi.
Güle güle 1958, hoş geldin 1959 falan.
Yarın geceyi "çılgınca eğlenerek" kutlayacak olanlar var, "vazife icabı"... Kendilerini zorunlu hissediyorlar...
"Kitsch" mekanlarda çaçula seyredip arabesk dinlemeye ve eşek yüküyle para ödemeye hazırlananlar.
Kendilerine böyle öğretildiği için böyle yapmayı düşünüyorlar.
Bunlar azınlık.
Meydanlarda durduğu yerde zıplaya zıplaya tepişip sarhoş parmağı yiyecek olanlar da azınlık.
Büyük çoğunluk evinde geçirecek, televizyon seyredip yatacak.
Bir de mutsuz olacaklar var...
Yılbaşı gecesi çalışmak zorunda kalanlar... Askerde, hastanede, poliste nöbet bekleyenler... Bir sevgili bulamadığına ağlayanlar... Kocası ölmüş, çocukları evlenip gitmiş yaşlı teyzeler...
Üzülmeyin.
Benim gibi yapın, yarın geceyi hiçbir özelliği olmayan, son derece sıradan bir gece olarak düşünün.
Kırmızı don giymenize de gerek yoktur.
Sonuçta bir "takvim cilvesidir" bu.
Türkiye hiçbir konuyu üç günden fazla taşımaz.
Daha perşembe sabahı bunların hepsi unutulacak, inanın bana.
***
En güzel yılbaşı gırgırı, ve de benim size söylemek istediklerimin özeti, Johann Strauss'un "Yarasa" operetinin son perdesindedir.