Aytekin Hatipoğlu, Okay Gönensin'le günümüzün "söyleşi-biyografi" modasına uyup bir kitap hazırlamıştı: "Okay'ın Kitabı"...
İkisi de çok geçmeden rahmetli oldu, geriye çok şükür bu eser kaldı.
Orada Okay'ın sarfettiği bir cümle beni tokat gibi çarpmıştı:
"İlhan Selçuk herkesin fakir kalmasını isterdi!"
Anahtar budur.
***
Çoğunuz merak ediyorsunuz: Bunlar niçin atılan her kalkınma adımına, meydana getirilen her büyük esere, ekonomik büyümeye, gelişmeye böylesine şiddetle karşı çıkıyorlar?
Kimilerinin Batı uşaklığı da var, vatan hainliği de var, gizli ajanlığı da var, kıskançlık da var, çekememezlik de var, tamam da...
Asıl mesele "
bürokrat refleksi"...
Kendini "
sol Kemalizm" olarak yutturan zihniyet bir memur zihniyetidir.
Sosyalistler de, esas olarak bürokrat kökenli oldukları için buna koşuldular.
Hepsi birlikte, "
bu memlekette kalkınma olacaksa onu da biz yaparız" demek istiyorlar. Bunun,
CHP'nin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'ın utanç tarihine geçmiş o ünlü sözünden hiçbir farkı yoktur: "
Ulan öküz Anadolulu! Bu memlekete komünizm lazımsa onu da biz yaparız!"
Sol, "
kalkınmayı kapitalistler yapacaklarsa o kalkınma hiç olmasın" kafasında.
Çünkü küçük memurlar yoksulluktan kurtulamayınca onu "
içselleştirmişler", ona sımsıkı sarılmışlardır. Üstelik kendilerine cumhuriyette "
fakirliğin fazilet olduğu" yanılgısı aşılanmış, beyinleri böyle yıkanmıştır.
"
Türkiye fakir bir ülkedir" cümlesini övünme vesilesi yapmışlardı! Bize de öyle öğretmek istediler.
Hani halk arasında "
dertleri zevk edindim" özdeyişiyle ifade
edilen mazoşist rahatsızlık...
Memur fakirdi ama ülkenin sahibiydi ya! Bu yeterdi, azla yetinecekti.
Üstelik devlet halk için değil, halk devlete hizmet etmek için vardı.
Çocukların varlığı da Türk varlığına armağan...
Ekonomiden hiç anlamayan
İsmet Paşa'nın "
denk bütçe" saplantısıyla altın ve döviz rezervinin üstüne mıh gibi oturması da bununla açıklanır.
Otuzlu yıllarda ekonomi bilen Şevket Süreyya (Aydemir) kendisine "
paşam," demişti, "
Amerikan sanayii krizde, makine parklarını ölü eşek fiyatına ellerinden çıkarmaya bakıyorlar, gelin şunları ucuz ucuz alalım, ağır sanayi hamlesini başlatalım..."
İsmet Paşa yanaşmadı.
1946 yılında Türkiye savaşta yakılıp yıkılmamış az sayıda ülkeden biriydi. Müthiş bir kalkınma hamlesini o zaman olsun başlatmak için her türlü olanak vardı.
İsmet Paşa bunu yapmadı, yapamadı, aklı basmadı. Ticaretin canlanması, tarıma traktörün girmesi için bile beş yıl daha geçmesi gerekecekti.
Demokrat Parti "
hareketi" niçin doğmuştur sanırsınız? Celal Bey'in, Adnan Bey'in, Refik Bey'in keyfinden değil, sosyo-ekonomik "
zaruretlerden" dolayı.
Şimdi de dev bir havalimanı, Ankara'dan İstanbul'a otobüsle gelip gitmeye alışmış memurlara sekiz numara büyük geliyor. Bunların azıcık paralısı Varan'a binerdi, çulsuzu Pamukkale'ye...
Türk Hava Yolları o yolu bir saatte kırk dokuz liraya yapıyor, bu sefer de uçaktan korkuyorlar.
Duşanbe'ye, Bişkek'e, Mumbai'ye, Priştine'ye bile uçak kalkması beyin çaplarının çok ötesindedir.
Ne demişti Mevlana Celaleddin: "
Senin tasın az su alıyorsa ummanın günahı ne?"