Kırk sekiz yıl önce yüksek tahsil yapmak için hem de özel sınavını kazanıp Robert Kolej'e girdik, sonra birdenbire kendimizi Boğaziçi Üniversitesi'nde bulduk, oradan mezun olduk, iyi mi?
Kolejin başkanı John Scott Everton adında bir adamdı.
"Rektör" değil, başkan. President.
Profesör mrofesör değildi.
Eğitimci meğitimci de değildi.
Bir diplomattı, daha önce ABD'nin Burma Büyükelçiliği'nde bulunmuştu.
Aslında bir CIA ajanıydı tabii.
Kendisi de bir MI5 ajanı olan edebiyat hocamız Hilary Sumner-Boyd, baba parasıyla solculuk oynayan kolejin "daaevrimci" öğrencilerinden birinin eline bir bomba tutuşturmuş, bunu Everton'un lojmanına attırmıştı.
İngiliz gizli servisi "kuzeni" olan Amerikan gizli servisine bomba attırıyor, hangi pis oyunda kullanıldıklarının farkına varamayan arslan solcularımız bunu "eylem" sanıyorlardı! (Aynı pis oyun on yıl sonra tekrar sahnelendi, gene uyanamadılar.)
Biz Everton'a "Eversmile" derdik, Hepgüler...
Ondan çekinirdik de azıcık.
Elinde şemsiyesiyle, bugün yeşil saha olan çamurlu futbol sahasını bir baştan bir başa katettiğini, her gördüğüne "good morning" diye gülümsemesini hatırlarım.
Bendenizden de epeyce "morning sir" almışlığı vardır. Toprağı bol olsun.
***
Son derece pratik insanlar olan Amerikalılar "
rektör" diye bir yönetici türü tanımıyorlar.
"
Kürsü sistemi" de tanımazlar, fakültenin kürsüleri yok "
bölümleri" vardır ve hocaların bu kadroya giriş çıkışları son derece esnektir, böylece doçentler "
profesör ölse de yerine geçsek" diye, profesörler de "
kürsü başkanı ölse de biz başkan olsak" diye bekleşmezler.
Amerikalılar, bir mafya babasına da "
oyun teorisi" dersi verdirecek kadar esnektirler! İhtimal hesaplarını kumarhane sahibinden daha iyi kim bilebilir?
Amerika'da rektör yok, her özel işyerinde olduğu gibi yönetici vardır. Çünkü bir üniversiteyi yönetmek için "
bilimsel yeterlilik" değil "
idarecilik yeteneği ve deneyimi" gerekir...
Bir CEO, yaşlı bir profesörden çok daha iyi yönetecektir üniversiteyi.
Amerikan iç savaşının bitiminden sonra, güneyliler, savaşta yenilmiş güneyli başkomutan Robert E. Lee'yi
Washington Üniversitesi'ne başkan yapmışlardı. (Sonradan okulun adı "
Washington and Lee University" oldu.)
O da fizik-kimya tartışmalarına girmedi, savaş yüzünden okuyamamış, eğitimini tamamlayamamış güneyli gençleri üniversiteye kazandırdı.
Demek ki bir "
emekli paşa" daha yararlıymış bir
Latince hocasından.
***
Yeni başkanlık sistemimizde, rektör olabilmek için profesör olma şartı kaldırıldı.
İyi, böylece profesörlerimiz de "
birbirlerini yemekten" kurtulurlar, kendi işlerine bakarlar.
Tabii cumhurbaşkanımız "
kendi meşrebine göre" adamları tercih edecektir.
Ne kızıyorsunuz canım? "
Bugün yüzde 30, yarın yüzde 50" diyen siz değil
miydiniz? Buyursun, kazansın
gelsin Muharrem, hepsini
değiştirsin, o da kendi kafasına
göre rektörler atasın.
Ama "
kuantum bilme" şartı koşarsa ortalık silme fizikçiye keser ha! Kimyacıların ne günahı var?