Hasan Pulur öleli bir yıl geçmiş, günlük hayhuy içinde insan farkına varamıyor.
"Mezarı başında" anılmış tabii.
Anılmış da anılamamış.
Çünkü gazetesinden toplam iki kişi gitmiş anmaya... Bir de imam dua etmeye, bir de "organizatör", ne demekse (imamı ayarlayan kişi olmalı), bir de foto muhabiri.
Ne gazetesinden bir yönetici (patron gitmez), ne anlı şanlı "cemiyetten" bir temsilci, ne bir meyhane arkadaşı, ne bir aile ferdi, ne de bir tek okur!
CHP'den de kimse yok, hastası olduğu Fenerbahçe kulübünden de.
Mezar başında buluşan iki kişiden biri acı acı yakınıyor. Hasan Pulur'un "çok iyi bir gazeteci, çok iyi bir yazar ve hak savunucusu ve engin kültüre sahip" bir adam olduğunu söylüyor.
Benim hatırıma da daha başka yorumlar geldi: Bir başka yazar, rahmetlinin "elli yıldır dağarcığına hiçbir yeni bilgi katmadan" vaziyeti idare ettiğini söylemişti. (Yok, ben demedim, yanlış anlamayın.) Bir de, ikide bir "zikretmeyi" pek sevdiği Ziya Paşa'nın Terkib-i Bend'i tabii!
Buna Tevfik Fikret'in "yiyin efendiler yiyin" dizesini de ekleyebilirsiniz, zikrede zikrede suyu çıkarılmış o meşhur laf...
Çok zorlarsanız, "padişahın kâğıda yazıp halefine bıraktığı üç öğüt" falan da akla gelebilir hani.
Hasan Pulur deyince benim aklıma başka bir şey gelmiyor. Ha, bir de ortaokulda kara tahtaya çizdiği, daha doğrusu çizemediği "atmaca kafasının kesiti"...
Ama lafı burada keselim çünkü Türkiye'de ölünün arkasından konuşmak yasaktır ve de kör ölür badem gözlü olur.
Böyle olunca da sağlıklı bir değerlendirme yapılamaz çünkü ayıptır.