Çipras hükümeti bir "devrim yönetimi" değildir. Nitekim cumhurbaşkanlığına demokrat bir sağcının seçilmesini sağlamıştır. Zaten bir sağ partiyle koalisyon halindedir. Yunanistan'da devrim mevrim olmadı.
Düşürülmüş olan asgari ücreti eski düzeyine getirmek, fakirlerden elektrik parası almamak falan da, pekala bizim AKP yönetiminin bile yapabileceği birtakım "jestlerden" ibarettir. (Davutoğlu buna benzer şeyler yapmıyor da değildir.)
Yeni Yunan hükümeti, dış borçları reddetmek değil, ödemeyi yeniden yapılandırmak derdinde olan bir hükümettir, o kadar. Yapılandırmak derken, bunun içinde, becerebilirse bir kısmını sildirmek de vardır, taksitleri "öteletmek" de... Mesele bundan ibarettir.
Yunanistan, bol keseden yiyerek üstlendiği amansız borç yükünü önce "boyun eğerek" hafifletmeyi denemişti, altından kalkamadı, şimdi "başkaldırarak" hafifletmeyi deniyor.
Hani, Fransa'nın İkinci Dünya Savaşı'nda belayı bir yandan Mareşal Petain eliyle Almanya'ya boyun eğerek, bir yandan da General de Gaulle eliyle başkaldırarak savuşturmayı denediği gibi...
Hani bizim de bir yandan Vahdettin ve Damat Ferit Paşa eliyle boyun eğerek, öbür yandan Mustafa Kemal Paşa eliyle başkaldırarak denediğimiz gibi!
Kaybeden taraf da "günah keçisi" olarak kaderine razı olmak üzere...
Dedim de, aklıma bizim dış borçlar geldi.
Yok, cumhuriyet değil, Osmanlı borçları.
İsmet Paşa barış görüşmelerinde
Osmanlı'nın "bizde kalan topraklarına düşen" borçlarını kabul etmiş, bunun ödemesi de otuz yıl boyunca, taa 1954 yılına kadar sürmüştü!
Hep böyle bilinir ama borcun bir taksidi o arada unutulmuş mu ne, sonradan Turgut Özal bunu 1984 yılında ödemek zorunda kaldı...
Milli gelirin önemli bir kısmı Osmanlı borcu ödemeye gittiğinden de memlekette doğru dürüst yatırım yapılamıyordu.
Bu borç kamburu yeni kuşakların gözünden dikkatle kaçırılmış, sorgulanması istenmemiştir. İsmet Paşa'nın borcu kabul etmesi fazla didiklenmemiş, "üstümüze düşen kısmını" ödemek büyük bir zafer sayılmıştır.
Haaa, demek ki yıkılıp kurulan devletler arasında "süreklilik" varmış ve "biz Osmanlı'yı reddettik, tanımıyoruz" demekle iş bitmiyormuş!
Kabul etmeseydik ne olurdu?
İngilizler İstanbul'dan çıkmazlardı. Boğazlar ayrı bir yönetim altında kalırdı.
Bizzat Atatürk'ün ifade ettiği gibi Yunan ordusundan sonra bir de İngiliz ordusuyla yeniden savaşacak halimiz olmadığı için bu sefer de bunu kabullenmek zorunda kalırdık. (İstanbul bize geri döndü ama 1936 yılına kadar oraya asker sokamadık! Bu da büyük zafer diye yutturulan skandallardan biridir.)
Bir başka skandal, yabancı şirketlerin "millileştirilmesi" sürecinde bunun el koyma yoluyla değil, "parasını bastırıp satın alma" yoluyla sağlanmış olmasıdır. Demiryollarından elektriğe, tramvaydan tersaneye, havagazından suya kadar her şirket, bedeli ödenerek cumhuriyet yönetimi tarafından "peyderpey" satın alınmıştır. Yani bunlara "zoralım" uygulanmış değildir.
Lenin öyle yapmamıştı...
Çipras da borçları şöyle ya da böyle paşa paşa ödeyecek. Ne yani, bu işi Atatürk'ten daha mı iyi biliyor?