Eski arkadaşım Neşe'nin yeni kocası Süleyman gene bana saydırmış...
Bu çocuğun hassas yerine bir dokununca on beş gün bağırır, bakalım bu sefer kaç hafta höykürecek?
Hakkımda artık "klişe" haline getirdiği hakaretleri sıralamış, bu yetmemiş, yalan faslına geçmiş.
Yazdığı, cevap verilecek tıynette bir hezeyan değil ama biz gene de iftiraları açıklığa kavuşturalım:
Taksim olayları sırasında Avusturya'da değildim, oradan Almanya'ya geçmiştim.
Yıllık izin kullanıyordum.
Alman televizyonu, Alman istihbaratından aldığı görevle, olayları çarpıtarak ve büyüterek veriyor, Tayyip Erdoğan'a vurabilmek için sanki "bütün İstanbul yanmış yıkılmış" gibi bir hava yaratıyordu.
Sağlıklı haber alamıyorduk.
Korkmadım, endişelendim. Kim olsa merak ederdi.
Dostum ve arkadaşım olduğunu sandığım Profesör Ayhan Aktar'ı telefonla aradım, neler olup bittiğini sordum. Ya tatili yarıda kesip hemen dönecektim ya da biletimin tarihinde... Yıllık iznimi yakmak istemezdim doğrusu. Mesele bundan ibarettir.
Olaylar 29 Mayıs 2013 günü başlamış, sözkonusu telefon konuşması onu izleyen günlerde yapıldı, 6 Haziran'da Türkiye'deydim. Bu bilet çok önceden alınmıştı. Değiştirmedim.
Aktar daha sonra benim çok korktuğum palavrasını kendi "paralel çevresine" ısrarla yaymış. Bundan nasıl çarpık bir zevk aldığını anlamış değilim.
Karışık bir adamdır, aynı zamanda hem Fethullahçı, hem ateist, hem de mason, üçü birden nasıl olunuyorsa...
Süleyman'ı bu yalanlarla doldurması da son derece çirkindir. Kişilik zaafıdır.
Dostluk sandığım tam kırk yıllık ilişkimiz bugün burada bitmiştir.
Tekrar söylüyorum, hiçbir ülkeye "iltica planı" yapmadım. Bu aşağılık bir yalandır.
Olaylar üzerine "Türkiye'de devrim olduğunu" sanacak kadar da salak değilim.
Gazete beni aramadı, beni kimse zorla Türkiye'ye döndürmedi.
Gazete beni havadan sudan yazılar yazmakla da suçlamadı. Şunu yaz bunu yaz demedi.
Bu gülünç yalanları sıralayan Süleyman profesör ünvanına sahip ama benim "İstiklal Marşı lig maçlarından kaldırılsın" teklifimi göz göre göre çarpıtıp işi ucuz hamasete dökecek kadar da basit ve sığ... Kendi kendini nasıl küçülttüğünün de farkında değil.
"Engin hilafeti savunuyor" suçlamasına da, değil cevap vermek, tükürmem bile.
Üstelik bütün bunların hanımefendinin hastalığıyla ve adının künyeden çıkarılmasıyla ne ilgisi olduğunu da anlayamadım. (Şu raporu bir görseydik!)
Cibilliyetsizliğe, düzenbazlığa, yalan dolana, iftiraya, şark kurnazlığına, ikiyüzlülüğe karşı mücadelemiz sürecektir.
Bu konuyu burada kapatır, paralelciler hariç herkese iyi seneler dilerim.
Onların yatacak yerleri kalmadı.