Can Yücel böyle demişti, elli yıl öncelerinin anlı şanlı Yön dergisinde: Bunu bir yurt dışı gezisinden dönüşte içeri almışlar, ahret suallerine abuk sabuk cevaplar verip kurtulmuş.
Hani, Sakallı Celal'in, duvarda asıl duran Karl Marx portresini soran komisere "rahmetli babam" demesi gibi...
"Dinlemeye alınan gazeteciler" listesinde adımı görünce çok güldüm.
Kullandıkları "kod adları" çok yaratıcı...
Tufan'a Tufan, Zafer'e Zafer, Can'a Can, Yılmaz'a Yılmaz, İsmail'e İsmail, Serdar'a Serdar demişler...
Bu fakir için düşünüp taşınıp bulabildikleri kod adı da, Halil. Göbek adım Halil'dir ya...
Bendenize, Hitler'in sonradan vazgeçilen o "İngiltere'ye denizden saldırı" planında kullandığı kod adını hatırlattı: Unternehmen Seelöwe... Operasyon Deniz Arslanı! Nereye nasıl saldıracakları hiç belli olmuyordu maşallah.
Koskoca Abwehr'e, Alman askeri istihbaratına hiç yakışmamıştı.
Yani şimdi de Gezi ayaklanmasının kod adı "Unternehmen Spazieren Park" falan çıkarsa çok gülerim ha... Alman kafası işte.
Buna karşılık İngiliz istihbaratı daha akılcı davranıyor, örneğin en ünlü çift taraflı ajanı Juan Pujol'a "Garbo" kodunu yani bir kadın ismini vererek hiç olmazsa kafa karıştırıyordu.
Hani paralel çete bendenize de şöyle "kara korsan" falan gibi daha firaklı bir kod adı bulsaydı daha hoşuma gidecekti...
Muhalif gazetelerin bu tür listeler yayınlamaları, önce emniyete ayıp oluyor, sonra da listede adı geçmeyen diğer meslekdaşlara.
Çocuklar "demek beni adam yerine koymuyorlar, ciddiye alıp dinlemiyorlar" diye üzülecekler!
İmdi, benim telefonumu dinleyen "acar paralel" öğrense öğrense ne öğrenir?
Bir kere, dakika başı otomatiğe bağlanmış banka kredi tekliflerini, konfeksiyon kampanyalarını, firmaların indirim haberlerini, "bilmemkaç bilmemkaç yaz, bilmemnereye gönder, bilmemnen hemen gelsin" türünden zırvaları sürekli dinlemek zorunda kalır, içi dışı Yapı Kredi, Garanti, Turkcell, Digitürk olur ki, bu ona zaten yeterince cezadır.
İkincisi, bendenizin "şu anda telefonumu dinleyen varsa anasını avradını..." türünden iyi dileklerime katlanmak zorunda kalır. (Başıma gelmedi ama duyduğuma göre bazı görevliler bu gibi durumlarda dayanamayıp araya giriyorlarmış: "Küfür etmesene kardeşim, biz de görev yapıyoruz şurada!")
Sonra, yaşlı anamın o günkü sağlık durumunu, romatizmasının azıp azmadığını, o gün hangi kolunun hangi bacağının ağrıdığını öğrenir.
Sonra da bizim hanımın çarşıdan gelirken ekmek alıp almayacağını, evde hangi temizlik malzemelerinin bittiğini, kediye hangi mamayı nereden alması gerektiğini öğrenir. "Whiskas mı, Gourmet mi yoksa Clauder mi?" tartışmamızı izler. Hakkımda önemli bilgiler edinir.
Belki bir de, ateist Fethullahçı profesör arkadaşıma verdiğim "oğlum hepinizi kabak gibi oyacaklar, aklını başına topla, yol yakınken gel vazgeç" gibi öğütlere tanık olur.
Hocaefendi de böylece benim bir "yamuğum" olmadığını çoktan öğrenmiş olmalıdır.