O kadar yaygara etmelerinin sebebi anlaşıldı: Meğerse Dan Brown son romanı "Cehennem"de bunların gazetelerinin reklamını da yapıyormuş! Evet, gazetenin adı geçiyor. Pes doğrusu. Ben de "İstanbul'da geçen roman yazıldı" diye sevindirik olmalarını aşağılık kompleksine vermiştim.
Her enayi okur gibi bendeniz de parayı bastırıp aldım, okuyorum. Yarısını geçtim ama kahramanımız da henüz Floransa'dan Venedik'e geçti, daha İstanbul'a gelemedi.
İlerisini de şöyle bir karıştırdım, hani o Türk basınını kasıp kavuran İstanbul muhabbeti ancak seksen beşinci bölümde başlıyor...
Üçer beşer sayfalık kısa bölümler bunlar, "tipik" Dan Brown tekniği, yani on dokuzuncu yüzyılın "tefrika serüven romanı" tekniği...
Konu, beşinci sınıf bir Amerikan serüven filmi konusu. Zaten Brown roman yazmıyor, filme çekildiğinde Hollywood'dan gelecek fazladan birkaç milyon doları düşünerek senaryo yazıyor. Bu dizinin ilk iki ayağı film yapıldı, üçüncüsü fazla beğenilmediği için yapılmadı, sanırım bu dördüncüsünün de film ihtimali zayıftır, çünkü ilk romanın tadı yok. Sürükleyici, ama ilkine göre zayıf kalmış.
Kahramanımız Robert Langdon (sinemada Tom Hanks), bu kez de manyak bir bilginin yerleştirdiği ve insanlığın en az yarısını yoketmeyi planladığı "veba mikrobu bombasını" bulmaya çalışıyor. Malum terane, bu kaçıncı?
Sonunda elbette bulacak ve "etkisiz hale" getirecek. Kaçar mı?
Bu manyak biyolog da biraz tuhaf doğrusu, insanlığı yoketmek için bomba yapmış ama Avrupa'nın "tarihi ve turistik" yerlerine birinden ötekine gönderen "ipuçları" da bırakmış, esas çocuk geniş kültürüne yaslanarak takip etsin de bombanın yerini bulsun diye!
Peki bomba nerede mi? Henüz oraya gelmedim ama tabii ki Ayasofya'nın altında!
Bu arada Brown, Amerikan ve dünya okurunun yarı-aydın kesimine bol bol sanat tarihi öğretiyor, onları bir tur rehberi gibi Floransa, Venedik ve tabii İstanbul'da dolaştırıyor, şu kiliseden bu müzeye, o saraydan bu konağa... (Robert Langdon, olmayan bir bilim dalının, Brown'un icat ettiği "simboloji"nin profesörü. "Semiyoloji" profesörü Umberto Eco herhalde kalmamış saçlarını yoluyor olmalı.)
Evet, roman hem sürükleyici hem de öğretici. En gabi okur bile büyük İtalyan şairi Dante Alighieri'yle, ayrıca Rönesans resim ve mimarisiyle tanışmış oluyor. Bir çeşit Wikipedia.
Bu da hayırlı bir sonuç, çünkü bizim memlekette Cahit Sıtkı'nın "yaş otuz beş, Dante gibi ortasındayız ömrün" dizesini "dantel gibi ortasındayız ömrün" diye okuyan hanım kızlarımız vardı...
Filmi yapılsa, hani Tom Hanks yerine Bruce Willis de oynayabilirdi, "Zor Ölüm 28" falan... Çünkü, onun gibi yapılı ve keltoş değil ama burada da esas çocuğun ağzı burnu her seferinde kan revan, yara bere içinde kalıyor.
Hepsi de bu işte. Şimdi dünyanın dört bir yanından binlerce saksağan, önce Floransa'ya, oradan da Ayasofya'nın altını görebileceğini sanarak İstanbul'a koşacak. Ayasofya'mıza, Boğaziçi'mize, rakımıza, şiş kebabımıza ve kadınlarımıza hayran kalacak. Para bıraktıkları sürece buyursunlar. Bunlara lokum, fes ve dümbeleğin yanısıra "Sultan Palamut'un kılıcını" da satınız!
Sakın yanlış anlamayınız, romanı okuyunuz. Ben okuyorum. Gerçekten de "hoşça vakit" geçirtiyor, daha ne? Hoş ve boş. Önümüz yaz, deniz kenarı için biçilmiş kaftan.