Hani Viyana kuşatması üzerine bir film yapmışlardı, esas olarak Viyana savunmasında önemli bir rol üstlenmiş olan rahip Marco d'Aviano'yu anlatan...
Film gişede iki seksen yatmış. İtalya'da 130 salonda birden gösterime girmiş, iki haftada 71 bin seyirci toplayabilmiş ve kaldırılmış.
Eleştirmenler de yerden yere vurmuşlar, "içi boş yıldız" vermişler.
Yönetmen Renzo Martinelli'nin (o da kim yahu?) yeni bir "Troya olayı" yaratma sevdası fiyaskoyla sonuçlanmış. Film olsa olsa "300 Spartalı" gibilerden kötü bir çocuk filmi olarak kalmış. Bacaksızlar şimdilerde hemen her filmi YouTube'dan beleş seyretmeye alıştıklarından para verip DVD'sini de almazlar.
Demek ki sinemada "hamaset" ancak Türkiye'de geçerli... Batı seyircisi yutmuyor.
Oralarda Turgut Özakman gibi bir yazar da yok ki, Çanakkale'de düşman zırhlılarını gören Osmanlı subayına, altı ay önce ilan edilmiş olan savaşı daha yeni farkettirip "fakat bu savaş ilanı demektir" dedirtsin...
Bilmiyorlar bu işi. Başına Hazret-i İsa'yı koyacaklardı...
Biz de eskiden Çanakkale filmlerine Atatürk'ü koyardık.
Fakat Atatürk'ün, peygamber efendimiz gibi "suretinin gösterilmesi günah sayıldığı" için, kamera Atatürk'ün yerine geçer, davudi bir dış ses "size ölmeyi emrediyorum" derdi (tercihan Agah Hün'ün sesi)... Vallahi inanmıyorsanız, ordu fotofilm merkezi komutanı Albay Nusret Eraslan'ın "Çanakkale Arslanları" filmini izleyiniz.
"Starring" Ajda Pekkan and Tanju Gürsu... Co-starring Atıf Kaptan, Feridun Çölgeçen, Senih Orkan (bunlar hain İngiliz subayları oluyorlar)...
Hadi Çanakkaleli Melahat'ı anlarız da Ajda'nın Çanakkale'de ne işi olabilir acaba? (İngiliz hastabakıcıyı oynuyormuş.)
O günler artık gerilerde kaldı. Artık canı sıkılan Atatürk'ü oynayabiliyor. Hatta karayağız Rutkay Aziz bile. Benzetemezlerse de Levent Kırca gibi suratını boyuyorlar.
Fakat yılan öyküsüne dönmüş şu "Atatürk filmi" sevdası da gündemden düştü galiba...
Bendeniz on iki yıl önce bu işe ciddi ciddi sıvanmıştım. Senaryosunu yazacaktım. Atatürk'ü Anthony Hopkins oynayacaktı ama bence Ed Harris daha uygundu. İçkisi, sigarası, kumarı, gece hayatı, kötü alışkanlıkları var mıdır bilemem. Parayı Cem Uzan koyacak, "executive producer" rahmetli İsmail Merchant olacak, filmi James Ivory çekecekti. Hep birlikte Paris'te buluştuk, uzun uzadıya filmi konuştuk. Yazar olarak Cem Uzan beni istiyordu fakat Hintli İsmail'in gönlünde hemşerisi Ruth Prawer Jhabwala vardı...
Sonra proje yattı. İyi ki de yatmış, çünkü sonradan kafama dank ettiğine göre Cem Uzan sinema yapmak değil "Genelkurmay'ı gıdıklamak" istiyormuş...
Ben yazsaydım "insan Atatürk'ü" anlatacaktım ve başım derde girecekti, o film belki de hiç çekilemeyecekti. Bürokrasi mutlaka maydanoz olacaktı. Uzan'ın istediği türde bir film de bu sefer gişede iki seksen uzanacaktı, şu Viyana kuşatması filmi gibi.
Neyse, artık kimse "toptan ve tek vuruşta Atatürk filmi" sevdasına düşmüyor, çünkü böyle bir filmin yalnızca "kötü sinema" oluşturacağı anlaşıldı.
Üstelik "göz kırpılması" gereken bir Genelkurmay da yok artık! Kurtlarınızı dökmek istiyorsanız gidip Emek Sineması'nın önünde tepişin.